Aşk, tabii bir eylem. Aşk, kavi bentlere meydan okuyan duygu seli. Aşk, farklı topraklarda farklı dilleri, farklı gönülleri, farklı zamanlarda ortak paydada toplayabilmiş yegane mefhum. Tarih boyunca aşk üzerine sayısız tanım yapılmıştır. Her tanım sahibinin kendi algısına ve meşrebine göre aşkı ele aldığına şahit olmaktayız. Doğu toplumlarında aşkın iki türlü anlaşıldığını söyleyebiliriz. Bunlar, aşk-ı mecazi ve aşk-ı hakikidir.
Biz yazımızı bir gazel üzerinden kurguladığımız için, aşkın divan şiirindeki durumu ile sınırlı ifadeler kullanacağız ve bu konuda giriş mahiyetinde birkaç kelam edeceğiz. Aşkın tanımlanması noktasında kimi şairlerin aşkı İlahi bir muma, kendilerini de bu mumda canını veren bir pervaneye benzettiklerini görmekteyiz:
Işk bir şem-i İlahîdir benim pervanesi
Şevk bir zencîrdir gönlüm anun divanesi [1]Beyit, Hayâli Bey’e aittir
Bu anlayıştaki şairlerin aşkı doğrudan İlahi aşk olarak algıladıkları gayet açıktır.
Kimi şairlerin ise aşk mecazi de olsa senin sinende bırak dursun. Üzüm suyu, fıçıda durarak ancak şarap haline gelir dediklerini görmekteyiz.
Aşk tursun ko mêcâziyse de sinende senün
Âb-ı engûr hum içre turarak bâde olur [2]Beyit, Sabrî’ye aittir
Yani bu şairler mecazi aşkın İlahî aşka götüren bir yol olduğunu ve İlahi aşka ancak mecazi aşk vesilesiyle ulaşıldığını söylemişlerdir.
Bazı şairlerde de, Her kimin hakiki aşktan bir nasibi yoksa, sen ona insan deme, onun adını ben taş koydum gibi cüretkar ifadelere rastlıyoruz.
Kimin ki ışk-ı hakîkatdan olmadı cânı
Sen âdemî deme ana ki koydum adını taş [3]Beyit Nesimî’ye aittir
Bu şairler için ise hakiki aşk olmazsa olmazdır, olması gerekendir. Binaenaleyh, hakiki aşka cânı olmayana insan demek doğru değildir. Özetle, divan şiiri çerçevesinde maksudun hakiki aşk olduğunu ve şairlerin mecazi aşk ifadelerinin arka planında yine hakiki aşk sırrının bulunduğunu söylememiz yerinde olacaktır.
Yazımızda şerhine çalışacağımızın gazelin sahibi Fatih Sultan Mehmed’i çoğumuz tarih kitaplarından ve ancak tarih perspektifinden tanıyor ve algılıyoruz. Fatih Sultan Mehmed’i tanıyanların birçoğu ise onun şairlik kudretinden maalesef habersiz. Onun şairlik kudretini görmemiz açısından bir edebiyat araştırmacısının şu yorumu oldukça önemlidir: “Fatih Sultan Mehmed, eğer Osmanlı Devleti’nin padişahı olmasaydı biz bugün O’nu muhakkak bu şiirleriyle yine tanıyacak ve anacaktık”.
Avnî mahlaslı Fatih Sultan Mehmed’e ait ve kimi araştırmacılar tarafından aşkın kanunu olarak zikredilen [4]Hayati İnanç özellikle vurgulamaktadır bu durumu bir gazel konumuz. Şerh boyunca önce beyit verilecek, ardından anlaşılması güç olduğu düşünülen kimi kelimeler anlamlarıyla verilecek ve beyit günümüz Türkçesiyle nesre çevirilip(nesirler italik yazılacaktır) gerekli izahlar yapılacaktır. [5]Şunu zikretmemiz uygun düşecektir. Beyit nesre çevrilirken beyitlerin daha rahat anlaşılması için serbest çeviri yapacağız. Kimi beyitlerin çevirilerinde beytin içinde yer almayan kelimelerin bulunması bundan dolayıdır.
Şairimiz, şiirine şöyle başlıyor:
Ağlasa âşık belâ-yı hecr ile nâlân olup
Gözlerinden akan anun yaş yerine kan olup
hecr: ayrılık
nâlân: ağlamak, inlemek
Âşık dediğin kişi, ayrılık belası ile ağlayıp inlemelidir. Öyle ağlamalıdır ki âşık, gözlerinden yaş yerine kan gelmelidir.
Âşık olan kişi kavuşmaktan ziyade ayrılık belasına dûçar olmalı ve bu bela ile inlemelidir. Bu inlemeler öyle bir hale gelmelidir ki, gözyaşları tükenmeli ve artık ciğerlerindeki kanlar gözlerinden gözyaşı yerine akmalıdır. Çünkü kanlı gözyaşı âşıklık alametidir. Bununla beraber, sararmış yüz, iki büklüm beden, kanlı ciğer, kırık gönül, zayıf beden, yaşlı göz, takatsiz vücut… bütün bunlar aşıklık alâmetleri olarak zikredilebilir.
Aynı manayı Fuzûlî’nin bir beytinde görmekteyiz. Fuzûlî doktora seslenerek, ey doktor ben hastalığımı teşhis ettim, sen hiç uğraşma. Ben aşk hastasıyım, bu hastalığın alametleri de yakıcı âh, sararmış yüz ve kanlı gözyaşlarıdır demektedir. Beyit şöyledir:
Tabîbâ kılmışam teşhîs derd-i ‘aşkdur derdüm
Alâmet âh-ı serd ü rûy-ı zerd ü eşk-i âlümdür [6]Beyit Fuzûlî’ye aittir
16.yy’da yaşamış bir başka büyük şair Bâkî de bir beytinde, aşk erinin ne lâle meyledeceğini ne de altını taleb edeceğini, aşk erine ancak kanlı gözyaşı ve sararmış yüzün güzel süs olacağını ifade etmiştir.[7]lâl-kanlı gözyaşı ve altın-sararmış yüz arasındaki renk benzerliği gözden kaçmamalıdır.
Ne lal-i kâna mâil aşk eri ne tâlib-i zerdür
Sirişk-i âl ü rûy-ı zerd ana hoş zîb ü zîverdür [8]Beyit Bâkî’ye aittir
İlk beyitten özetle, âşığın öncelikli vasfının vuslata hasret olarak ayrılığa tutulması, ikinci vasfının ise bu ayrılık sebebiyle gözlerinden kanlı yaşlar akıtması olduğunu söyleyebiliriz.
Geh cefâ kuhı gubârından urınsa kisveti
Geh belâ vâdisinde geşt eylese üryân olup
kuh: dağ
gubar: toz
kisvet: elbise
geşt: gezme, dolaşma
Âşık, kimi zaman cefa dağının tozundan toprağından kendisine elbise yapmalıdır tıpkı Ferhâd gibi. Kimi zaman Mecnûn misali çıplak bir halde bela vadisinde dolaşmalıdır. Bunların ikisinden birisi olmalı, üçüncü bir ihtimal olmamalı..!
Birinci mısrada Ferhat ile Şîrin kıssasına bir atıf olduğunu ve Ferhâd’ın örnek gösterildiğini, ikinci mısrada ise Leylâ ile Mecnûn kıssasına bir atıf olduğunu ve Mecnûn’un örnek gösterildiğini görmekteyiz. Âşık, aşkı sebebiyle öyle bir hâle gelmelidir ki ya Ferhâd gibi olmalı ve büyük fedakarlıklar yapmalıdır veya Mecnûn gibi aklını yitirip kendisini çöllere vurmalıdır.
Rivayet edilir, Ferhâd, İran hükümdarı olan Hüsrev’in sevgilisi Şîrîn’e aşıktır. ve Hüsrev Ferhâd’ı öldürmek istemektedir. Ferhâd (bugünkü manada isimlendirirsek) mühendis/mimar olduğu için Şirin’in istemesi üzerine Bîsütûn [9]beyitlerde sıkça zikredilir isimli bir dağı delmektedir. Ferhâd, divan şiirinde sevgiliye kavuşmak için büyük fedakarlıklar gösteren aşığın bir sembolü olarak kullanılır.
Mecnûn ise, Leylâ ile Mecnûn hikayesinin erkek kahramanıdır. Bu hikayede mecâzi aşk yoluyla İlâhî aşka ulaşmak anlatılır. Asıl ismi Kays olan Mecnûn Leylâ’ya aşıktır ve O’na kavuşmak ister. Ancak birçok engel sebebiyle ikili birbiriyle kavuşamaz. Mecnûn, aşk ızdırabıyla, etrafındakilerin umutsuz telkinleriyle sıkıntılı günler geçirir ve çöllere vurur kendini, ızdırabını yalnızlığıyla ve çöllerle paylaşır. Pejmürde kıyafetlerle adeta çıplak bir halde çöllerde yaşamaya başlar. [10]Leylâ ile Mecnûn hikayesini detaylı ve kapsamlı bir şekilde okumak isteyenler için İskender Pala’nın Leylâ ile Mecnûn isimli kitabını tavsiye ederim Mecnûn da divan şiirinde yâre kavuşma arzusuyla her şeyden vazgeçen, aklını yitiren ve mecâzi aşktan İlahi aşkâ ulaşan bir sembol olarak kullanılır.
Gazelin ilk beytinde zikredilen ayrılık belasının müşahhas örneklerinin bu beyitte verildiğini ve iki beyit arasında böyle bir bağlantı kurulduğunu görüyoruz. Yani âşık ayrılık belasına tutulmalıdır ve bu tutulma ya Ferhâd misali ya da Mecnûn misali olmalıdır.
Ayrılığın kavuşmaya tercih edildiği ve yeğ tutulduğunu göstermek adına, Ferhâd ve Hüsrev’e de atfı bulunduğu için 15.yy şairi Necâti Bey’in bir beytini zikredebiliriz. Necâti Bey, ey sevgili, bana dünya izzetindense uzlet dağı, Hüsrevin Şîrîn’e vuslatından ise Ferhâdın Şîrîn hasretiyle çektiği gamı daha yeğdir demektedir:
İzzet-i dünyadan ise kûh-i uzlet yigcedir
Vasl-ı Husrev’den gam-ı Ferhâd yigdir ey habib [11]Beyit Necatî Bey’e aittir
İkinci beyitten özetle, âşığın yâ Ferhad gibi büyük fedakarlıklar yapması gerektiğini veya Mecnûn gibi aklını yitirip bela çöllerinde dolaşması gerektiğini, bu iki hâlden birisinin âşıklar için olmazsa olmaz görüldüğünü söyleyebiliriz.
Devam Edecek…
Dipnotlar:
⇡1 | Beyit, Hayâli Bey’e aittir |
---|---|
⇡2 | Beyit, Sabrî’ye aittir |
⇡3 | Beyit Nesimî’ye aittir |
⇡4 | Hayati İnanç özellikle vurgulamaktadır bu durumu |
⇡5 | Şunu zikretmemiz uygun düşecektir. Beyit nesre çevrilirken beyitlerin daha rahat anlaşılması için serbest çeviri yapacağız. Kimi beyitlerin çevirilerinde beytin içinde yer almayan kelimelerin bulunması bundan dolayıdır. |
⇡6 | Beyit Fuzûlî’ye aittir |
⇡7 | lâl-kanlı gözyaşı ve altın-sararmış yüz arasındaki renk benzerliği gözden kaçmamalıdır. |
⇡8 | Beyit Bâkî’ye aittir |
⇡9 | beyitlerde sıkça zikredilir |
⇡10 | Leylâ ile Mecnûn hikayesini detaylı ve kapsamlı bir şekilde okumak isteyenler için İskender Pala’nın Leylâ ile Mecnûn isimli kitabını tavsiye ederim |
⇡11 | Beyit Necatî Bey’e aittir |
Bir yanıt yazın