Zannedersem sakız birkaç sebep için çiğnenir: dişleri temizlemek, ağız kokusuna mani olmak, bir de stresten/can sıkıntısından kurtulmak için. Son sebep daha çok kadınlar için geçerli sanırım. Kadınların yalnız kaldıkları zamanlarda sakız çiğnemesi erkeklerin tespih çekmesi gibi stresi azaltan bir eylem olsa gerek. Yahut sohbet etme ihtiyaçlarını sakız ile tatmin ettiklerini düşünmek de mümkün. Eşinden boşanmış bir hanım olan ilkokuldaki Türkçe öğretmenimin hafta sonu, film izlerken çiğnemek için hususi gidip sakız aldığını ve bundan çok hoşlandığını anlattığını hatırlıyorum. Bu benim için çok şaşırtıcı bir bilgi idi.
Annemin de ara sıra sakız çiğnediğini hatırlıyorum. Mutfakta, terekte, bir çay tabağı içinde bir müddet çiğnendikten sonra jelatinine sarılıp daha sonra tekrar çiğnemek üzere saklanan bir sakıza çok defa rastlamışımdır. Zihnimi yokladığım zaman sakızı annem gibi bilmünavebe çiğneyebildiğimi hatırlamıyorum. Bunu yapamamam unuttuğumdan ya da kaybettiğimden değil şekerli sakız çiğnediğimdendi. Evet şekerli sakız! Çocuklar daha çok şekerli sakız çiğnerler, en çok da anneanneleri verir onlara bunu, ağızlarına atar atmaz hemen damaklarını kaplar o yoğun aroma, hoşlarına gider, yüzleri güler, anneannelerini severler, fakat damaklarındaki tat hızlı bir şekilde tükenir ve sakızları küçülür. Üstelik ablaları gibi kocaman balon yapıp patlatamazlar! Çünkü ablalar anneler gibi şekersiz sakız çiğner.
Temelde iki tür sakız vardır: şekerli, şekersiz. Birincisi: muvakkat bir aroma için çiğnenir, hemen tat alınır, çabuk yitirilir; dişleri temizlemez, bilakis çürütür; sakız ana maddesi az olduğundan şişirip patlatmaya pek müsait değildir; aroması azaldıkça küçülür, bitince keçeleşir; ya yutar ya atarsınız. İkincisi: varlığıyla yokluğu belirsiz bir aromaya sahiptir, serttir, dişleri temizler, şişirip patlatmaya elverişlidir, uzun süreler boyunca çiğnenebilir. Mesela doğal bir sakız olan kengeri alalım ele. Yumuşatıp kıvama getirmek en az birkaç gün alır, tadını hemen vermez, zaten aman aman bir tadı da yoktur. Çiğnersiniz, siz mi onu yumuşatacaksınız, o mu çenenizi yumuşatacak bilmezsiniz. Sabrederseniz kıvama gelir, aylarca peyderpey çiğnersiniz; dişlerinizi temizler, beyazlatır, şişirip patlatabilirsiniz üstelik!
Sakızdan bu kadar bahsetmekte muradımız nedir? “İnsan sürekli kendini çiğneyip” diye başlayan bir cümle kurmuşum bir yerde, durup düşündüm biraz, af buyurun aklıma sakız geldi. Çünkü insan hem sürekli kendini çiğneyip “ayaklar altına alır.” hem de “yoğurur, kıvama getirir.”
Tıpkı sakızlar gibi.
Evet, insan bazen aroması tükenip de tükürülmüş ciklet gibi kendini ayaklar altına atar. Zira dünyaya gelişinden fani ömrü tüketişine kadar durmaksızın bir seyr ü sefer hâlindedir insan. Lakin bu seyr ü sefer, şuur ile mana kazanır. Aksi halde savrulmaktır. Ben derim ki insanı insan yapan şuurdur; düşünmesi, akletmesi, fikretmesi değil farkında olmasıdır. Düşündükleri, aklettikleri, fikrettikleri hâlde “hayvandan daha aşağı” olanlara nasıl insan diyebiliriz. İnsanla hayvanı ayıran kesin hudut şuurdur. En leziz kebabımızın, yediği kanlı etten daha lezzetli olduğunu ispatlayamayız aslana, belki değildir de; eti kebap seviyesine çıkaran ateş değil, gıdayı nimet mertebesine çıkaran şuurdur bize lezzet veren. Bu şuura erişilmemişse eğer aslanınki daha lezizdir. Bu şuura erişen içinse kebap da bir, arpa tanesi de. Fikretme, akletme, düşünme gibi melekeler şuura erişmek için pervazdır ancak.
İnsanlık bir yoldur dedik. Yol ise niyettir. Ne kadar insan olacağımız, yolda nereye kadar yürümeye niyet etiğimize ve niyetimize ne kadar sadık olduğumuza bağlıdır. Yol tektir.[1]Bir gün Peygamberimiz (s.a.s), düz bir çizgi çizerek “İşte bu, Allah’ın dosdoğru yoludur.” buyurdu. Ardından bu çizginin sağından ve solundan başka çizgiler çizdi ve “Bunlar da, dosdoğru yolun haricindeki yollardır. Bu yolların her birinin başında ona çağıran bir şeytan vardır.” şeklinde açıklamada bulundu. Sonra da şu âyeti kerimeyi okudu*: “Şüphesiz bu benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. Başka yollara sapmayın. Onlar sizi Allah’ın yolundan uzaklaştırır. İşte günahtan korunmanız için Allah size böyle öğüt verdi.”* En’âm, 6/153.Diğer tüm yollar er ya da geç uçurumla nihayet bulur. Yol ariflerin yoludur. Yolun sonu irfan ummanına karışmaktır. Burada Fûzûlî merhumu anmadan geçmek olmaz;
“Hâk-i pâyine yetem dir ‘ömrlerdür muttasıl
Başını daşdan daşa urup gezer âvâre su”
Yol imtihandır, meşakkatlidir, karanlıktır, ayartıcılarla doludur. Düşmeden, sapmadan yürümek kolay değildir. İşte yolcu her düşüşünde niyetini hatırlar, ahdeder ayağa kalkar ve yürür. Niyeti kandil, ahdi dayanacak asa olmuştur. Ve yolcu yanlış yola saptığını fark eder; hedefini hatırlar, menzil belirler ve yönelir. Menzili bir alamet, bir mümeyyiz olmuştur. Yolcu bir elinde kandil, diğerinde asa, önünde menzil, gönlü mutmain seyr ü seferine devam eder. Lakin gün gelir yolcu niyetini unutur, ahdini çiğner, menzilini şaşırır; kandil sönmüş, asa uçmuş, menzil yok olmuştur. Bu nakarat sık sık tekrar eder. Git gide tadı kaçar, keçeleşir…
Şimdi biraz kendimize nazar edelim. Kendimizi kötü hissettiğimiz, yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunu yahut bizim yanlış yollara girdiğimizi düşündüğümüz, işlerin ters gittiği, işlerin aksadığı, hatta durduğu zamanlarda, durup düşünür, bir çıkış yolu arar, akabinde bazı kararlar alırız. Bir plan yapar, bir yol haritası belirler, kendimize sözler verir, ahdeder ve böylece hedefimize ulaşacağımızı düşünürüz. Artık içimiz bir nebze rahatlamıştır; yolunu kaybetmişlik hissi, başıboş savrulma hissi yok olmuştur. Hele aldığımız kararlara sadık kaldığımız birkaç günde gönlümüz huzur doludur. Ne var ki bir zaman sonra bu kararlar fiiliyatımıza tesir etmez olduğu vakit, yani plan ve yol haritası unutulduğunda eskisinden daha beter bir buhranlı halete duçar oluruz.
Aldığımız kararlara, kendimize verdiğimiz sözlere olan sadakatimiz eğer kendiliğinden yok oluyor ve biz tekrar tekrar yeni kararlar alıp sıfırdan başlıyorsak, biraz durup düşünmeliyiz. Acaba yalnızca kendimizi mi avutuyoruz? Hayati bir illeti tedaviye uğraş yerine birkaç saatliğine uyuşturuyor muyuz? Aldığımız kararlar, çizdiğimiz yol haritası yalnızca bize iyi hissettirecek birer tatmin aracı mı? Kısa süreliğine, yoğun aroması damağımızı tatlandıran, tadı bitince tükürülecek bir ciklet mi çiğniyoruz? Kendimize itimat mı etmiyor, ihanet mi ediyoruz.
Her halükarda yolda olanlara sözümüz yok lakin yolda olduğumuzu sanıp da hayali bir tatmin yolu ihdas etmiş olup olmadığımızı bir düşünelim.
2)
Tıpkı kengeri günlerce çiğneyip yumuşattıktan sonra aylarca çiğnemek gibi… İnsanı, “ahseni takvim” üzere halk edilmiş eşref-i mahlukatı kıvama getirmek, daha doğrusu yaratılışta sahip olduğu bu kıvamı inkişaf ettirmek, sabırla yürünmek isteyen uzun ve meşakkatli bir yoldur. Bu yolda insanın en sağlam dayanakları sabır ve sebattır. Ne pahasına olursa olsun niyetini unutmamak, yerle yeksan olmak pahası ahdini çiğnememek, en karanlık sisli zamanlarda bile menzilini kaybetmemek gerekir bu yolda. Hemen damağınızın tatlanması beklenmez bu yolda, belki Yunus gibi kırk yıl odun taşır da mesafe kat edemediğinizi sanırsınız. Lakin bu yolda göğüs gerilen zorluklar, tahammül edilen mihnetler kengeri kıvama getiren diş darbeleridir. Siz farkında olmasanız da bu çiğneniş/yoğuruluş kengerin dişleri temizleyip beyazlattığı gibi zamanla gönlünüzde bir aydınlık, ruhunuzda bir inşirah, bir inbisat hasıl edecektir. Burada aklıma “Büyük Yolculuk(Le Grand Voyage)” filmindeki Hac yolcusunun, oğlu “neden Hacca uçakla değil de otomobille gidiyorsun” diye sorduğunda verdiği cevap geliyor;
“Okyanusun suları buharlaşıp göğe yükseldikçe yeniden halis olarak acılığını yitirir. Buharlaşırken tazelenir. Bu nedenle Hac yolculuğuna at üstünde gitmektense, yürüyerek gitmek daha iyidir, arabayla gitmektense at üstünde gitmek daha iyidir…”
Yoldan ve sakızdan bahsetmişken, uzun yol seyahatlerinde sakız çiğnemek, özellikle rakımı yüksek yerlerde kulağımızın tıkanmasını engellediği için iyidir. Eğer “uzun ince bir yolda” iseniz sakınızı iyi seçin derim. Her menzilde at değiştirin lakin sakız değiştirmeyin!
Dipnotlar:
⇡1 | Bir gün Peygamberimiz (s.a.s), düz bir çizgi çizerek “İşte bu, Allah’ın dosdoğru yoludur.” buyurdu. Ardından bu çizginin sağından ve solundan başka çizgiler çizdi ve “Bunlar da, dosdoğru yolun haricindeki yollardır. Bu yolların her birinin başında ona çağıran bir şeytan vardır.” şeklinde açıklamada bulundu. Sonra da şu âyeti kerimeyi okudu*: “Şüphesiz bu benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. Başka yollara sapmayın. Onlar sizi Allah’ın yolundan uzaklaştırır. İşte günahtan korunmanız için Allah size böyle öğüt verdi.”* En’âm, 6/153. |
---|
Bir yanıt yazın