Kapatmak için ESC tuşuna basın

Dil Devrimi ve Divan Şiiri

Divan şiiri hakîmâne yönüyle aklı, âşıkane yönü ile de ruhu besler. Aklın ve ruhun sadece “yüksek zümrede” veya “saray mensuplarında” bulunduğunu iddia etmek elbette gülünç olacaktır. Manalı veya manasız karşı çıkışların neredeyse her türlüsünün şiir olarak kabul edildiği Cumhuriyet devrinde geçmişimizin, medeniyetimizin, kültürümüzün ne denli geniş ve eşsiz olduğunun altı asırlık koca bir ispatı olan divan şiirine “Yüksek Zümre Edebiyatı” veya “Saray Edebiyatı” yakıştırmasının yapılması ne büyük gaflettir.

Meşhur Su Kasidesi’nde “Men lebün müştâkıyam” diyen Fuzûlî’nin sarayı uzaktan bile görmediği nakledilir. Şu üç Türkçe(men), Farsça(leb) Arapça(müştak) kelimenin sırayla bir mısrada o günün “saray veya yüksek zümre anlayışı” ile kullanıldığını veya “halkın bu kelimeleri anlamadığını” ve hatta hatta o gün “leb” kelimesinin “müştâk” kelimesinin bizim olmadığını iddia etmek ne kadar maksatsız ve safiyane bir niyetin izharı olabilir? İzahtan vareste olan bu durum üzerine düşünmeliyiz.

Hakikattir, bugün “leb” de bize ait değil “müştâk” da. Ama dün öyle değildi. Dün bizimdi bu kelimeler. Peki bugün niçin bizim değiller? Basit, dill devrimi yaptık biz. Bizim olan neyimiz varsa bizim değil diyerek attık. Utanmadan “Halkın asırlardan beri okuyup yazmasına mani olan kargacık burgacık şeklindeki eski Arap harfleri yerine yeni, medeni Türk harfleri kaim oluyor.” diyenler çıktı bu toplumdan. Ülkeyi düşmandan kurtaran paşalar, beyler masa başında dilimize belki de düşmanın yapamayacağını yapan sözde aydınlara gözü kapalı destek verdiler. Maksat neydi? Terakki, Muasır Medeniyetler Seviyesi… Vah ki inandık efendim… Bugün de “Muasır Medeniyetler Seviyesi”ne yükselmiş toplumumuzun okumuşlarının sarf ettiği cümleler işte bunlar. Çünkü “leb” kelimesini bizim görmemek “müştâk” da neymiş demek dün terakkimize vesile sayıldı. Dün yapılan ne ise aynı safsataların bugün sonuçlarına katlanıyoruz.

Bir kıssadır nakledilir. Hac vazifesini ifa eden 80’li yaşlarda Anadolulu bir amcaya hac dönüşü sonrası sorarlar:
– Amcacığım nasıl buldunuz Arabistan’ı ve halkını
Amca biraz muallak cevap verir :
– Yahu Arabistan güzel de ben bu Arapları anlayamadım.
der. Soran kişi tekrar :
– Hayırdır amca, bir kusur mu ettiler size
diye mukabelede bulununca Amca şu hakikati beyan eder:
– Yok evladım da, bunlar ezanı Türkçe okuyorlar, Namazı Türkçe kılıyorlar ama kendi aralarında farklı bir dil konuşuyorlar. Bir türlü anlayamadım…

Kıssadır dedik ya hissesi nedir peki? Amca için her şey yerli yerine oturmuş halde görüldüğü üzere. Bir kelimeyi milletçe kullandıysam, kullanıyorsam ve kullanacaksam o kelime artık benim milletim tarafından benimsenmiştir ve artık benimdir. Sözgelimi, bugün için abdest, namaz, peygamber kelimelerinin Farsça’dan dilimize geçmesi, bu kelimelerin bizim olmasına engel teşkil eder mi? Bu kelimeleri artık içselleştirmiş ve bize ait olarak görmüşüz ve kullanmaktayız öyle değil mi? Halkımızın yüzde kaçı bu kelimelerin Farsça’dan dilimize geçtiğini bilir? Bilinse dahi ne fark eder? Bu denli diğer dillerden geçen kelimeler başka diller için problem teşkil etmezken bizim için dün neden problem sayıldı? Düşünülmesi gerekir…

Fuzûlî ile yukarıda bahsedilen amcanın veya Osmanlı devrinde yaşamış sade bir vatandaşın zihninde Türkçede kullanılan kelimeler üzerine bir “acaba”sı olduğunu kim iddia edebilir? Bugün herhangi bir lise talebesinin yaklaşık 60 yıl evvel vefat etmiş olan Yahya Kemal’in herhangi bir beytini okuduğunda verdiği tepkinin daha önce toplumumuzda bir örneği var mıdır? Peki ya, bu hale getirilmiş bir toplumun dünya üzerinde örneği var mıdır? Bunun da ayrıca düşünülmesi gerekir

“Men lebün müştâkıyam” diyen Fuzûlî’deki dil zenginliğini göremeyip de halkın dilinin bu olmadığını, bu dilin anlaşılmadığını ve Divan Edebiyatının da gereksiz benzetmeler yığını olduğunu iddia edenler sanıyorum, “kişi bilmediğinin düşmanıdır” sözünün hakikat olduğuna kendilerini şahit gösteriyorlar.

Bugün, aynı bizler gibi bu topraklarda yaşamış, eser vermiş, hizmet etmiş ve vefat etmiş olan şairlerin yazdıkları şiirleri “Yüksek Zümre” veya “Saray” ürünü diyerek öteletenlerin yine bu şairlerin kullandığı alfabeyi gelecek nesillere “öcü” gibi gösterme çabaları size de benzer bir çaba gibi gelmiyor mu?

Sorulacak ve düşünülecek çok mesele var, yazık ki…

Yazdır

Yunus Başar

âşıkta keder n'eyler gam halk-ı cihanındır

Yorumlar (1)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir