Kapatmak için ESC tuşuna basın

Koca Âkif’e Rahmetle

”Düşüncelerinden dönmeden, paraya ve mevkiye yaltaklanmadan, vicdana hıyanet etmeden, gururunu çiğnetmeden, insan kalarak, hak bildiği yolda yalnız olarak gitti.”(Hilmi Yücebaş)
Akif’i böyle tanımlıyordu Hilmi Yücebaş.Hayatının tamamını ümmete adamış, kardeşlerinin bağımsızlığı ve ilerlemesini düşünerek mürekkebini tüketmiş bir şairden beklenen de başka birşey olamazdı.
Bu düşünceyle mücadeleci oldu Akif, mütefekkir oldu, dört dil bilen er oldu, alim oldu. Böyle mücahit oldu. Çağını idrak eden, gününün getirdiği sıkıntı ve felaketlere göğüs geren, zorlukları aşabilmek için halka doğruları anlatarak öğrenmeye teşvik etti ”Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu” düsturuyla hareket ederek imanı , vicdanı, edebi ve liyakati anlattı.
Zulüm karşısında sessiz kalmadı.” Yumuşak başlı isem kim dedi uysal koyunum. Kesilir belki fakat; çekmeye gelmez boynum” diyerek zalime karşı dik duruşunu gösterdi. Pek çok kimsenin göze alamayacağını göze alıp, ”zulüm karşısında susan dilsiz şeytandır.” düsturuyla hareket etti. Şavaş meydanında Asımlar susmasın diye susmadı, Hak adına söyleyeceği sözler hep oldu Koca Akif’in.
” Tükürün, mileti alçakça vuran darbelere!
Tükürün onlara alkış dağıtan kahpelere!
Tükürün Ehl-i Salibin o hayasız yüzüne!
Tükürün, onların asla güvenilmez sözüne!
Medeniyet denilen maskara mahluku görün:
Tükürün maskeli vicdanın asrın, tükürün!
diye haykırdı çoğu zaman.
”Belamı kaldı ki dünya evinde görmediğim ” diye yakındı kimi zaman ama toprak boş duramazdı, tohum ekilmesi lazımdı. Bunun için kaleminin ucuyla toprağa gübre verdi.
Kendi payını hiç düşünmedi Akif. Ayağındaki delik ayakkabıları, sırtındaki yamalı cekeli onu gocundurmadı. Ölümünden sonra geride bıraktığı bir kat elbise, yastığının altındaki bir kaç lira, bir istiklal madalyası, bir mavzer tüfeği, ilk ve tek şapkası vebir fakron saati, onun dünya malına ne kadar ehemmiyet verdiğini ortaya koyuyordu.
Bunları milleti bilsin diye diye değil, kurtulsun diye yapıyordu Akif. Göz önünde olmayı da zaten hiç sevememişti.
”Toprakta gezen gölgeme toprak çekilince
Günler şu heyulayı da er geç silecektir.
Rahmetle anılmak, ebediyyet budur amma
Sessiz yaşadım, kim beni nereden bilecektir.”
diye sesleniyordu Akif ama, belki de hayatı boyunca duyduğu hiçbir ezanı yatarak ya da oturarak değil, ayakta dinlemenin mükaafatı olarak Allah(c.c) , yazdığı marşı herkesin hazırolda, dik ve ciddi bir şekilde söylemesini lutfetti…
Necip Fazıl’ın da belirttiği gibi ”Akif’in top arabasını iki at çeker: Biri iman ve islam savaşçısı, öbürü şair. Esas olan birincisi…” idi. Yani Akif ” boşuna yaşamadı, boşuna savaşmadı, boşuna ölmedi”.
Bunlara rağmen Akif, kendini anlatamamış, daha doğrusu o üzerine düşeni yapmış da, onu anlayacak Asımlar bir türlü ortaya çıkmamıştı. Bunun akabinde dünyayı verseler de bu cennet vatanın bir karış toprağını değişmeyeceğini ifade eden Akif, dünyadaki cennetinden on bir sene uzakta kalmış, ancak ölümünün yaklaştığını anlayınca sadece cennetinde ölebilmek için gelmişti.
Mısır dönüşü Mehmed Akif’e yeterince ilgi göstermeyen basına Peyami Safanın şu sözleri pek manidardır. ” Zararı yok, bazen bütün bir milleti bir kaç adamın vefası temsil eder.”

Çok geçmeden 27 Aralık 1936’da,sevdalısı Allah rasulu(s.a.v) ile aynı yaşta iken Rabbi Rahimine kavuştu. Cenaze merasimi bile örtbas edilmeye çalışılmış, Bayezid meydanında çıplak duran tabutunu en iyi arkadaşlarından olan Mithat Cemal(Kuntay) bile tanımakta zorlanmış, Akif’in naaşı olduğunu anlamamıştı. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi öğrencileri bu tabutun Mehmed Akif’e ait olduğunu öğrenince gereğini yapmış, bir anda kalabalıklaşan halka birlikte Edirnekapı Şehitliğine defnetmişlerdi.
Şunu söyleyebiliriz ki Üstad Akif’in gözleri açık gitti. Bir zamanlar bizde millet, hemde nasıl milletmişiz diyen şair, gözlerini çoraklaşmış topraklara, tepkisizleşen beyinlere, hissizleşen kalplere , dağılmış , her biri bir tarafa savrulmuş bir ümmete kapadı gözlerini.

Peki kendini İbrahim milletine adamış bu garip, aciz kul , koca şair ve mütefekkir için ne yapmalı? Mücadelesinin boşa olmadığını, filizlerinin elbet vereceğini ve verdiğini ona nasıl hissettirmeli? Yazının başından sonuna sıraladığımız Akif’in özelliklerini Asımlar Asımlara nasıl ulaştırmalı?
– Önce hayatın merkezine iman ve islamı koyup ona göre tavır almalı.
Akif’i Akif olarak anlayıp, Akif olarak sevmeli.
Hak bilinen yolda, ‘ben varım’ ben varım diyerek koşmalı, koşulmuyorsa yürümeli.
Dünyevi menfaatlere yüz vermemeli, çok okumalı, tarihini bilmeli
Daima mazlumun yanında olup ,dilsiz şeytan olmamalı
Çalışkan olmalı, tembellikten beri olmalı,
Müslüman kardeşlerin birliği için mücadele etmeli,
Ahlaklı olmalı ve asla ye’se kapılmamalı… Ki gözü arkada kalmasın.

Yazdır

Mehmed Eşref

Hiç. Mürid-i Edebiyye. İstanbul'dan kaçmak istiyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir