Söz, ehlinin dilinde tılsımlı bir oktur. Yahya Kemal, bunun için üstad elinde sözün bütünüyle ahenk olacağını söyler. Gerçekten böyledir. Meramın ifadesi için söz lazımdır ve dahi meramın tesiri için sözün kuvveti şarttır. Anlamanın, anlatmanın ve anlaşmanın kalp işi olduğuna iman ederiz. Söz, ne kadar kuvvetli olursa olsun, söyleyen ile dinleyenin aynı frekansta buluşması gerekir. Bundandır ki kimi için hiçbir anlam ifade etmeyen sözler, kimi için eşsiz hayat düsturu kabul edilir. Elbette bunda insanın arayışı esastır. Yani, aradığı kadarıyla anlam bulur insan! Fuzûlî’nin “her kimin âlemde mikdarıncadır tabında meyl” demesi de insanın ne olduğunu anlaması için gizemli bir işarettir. Neye meylettiğimiz önemli. Nitekim, bizi tanımlayan meylettiklerimizdir. Arayanlar için daha doğrusu ne aradığını bilenler için şiirler pek müşfik bir dosttur. Yine iman ederiz ki gönlümüz, bulduklarımızla yahut bulduğumuzu zannettiklerimizle doludur. Esas olanı bulmak ve gönlümüzü onunla müzeyyen kılmak bugün için zor olsa da mümkündür. Esas olan ise gönlün tasdiki ile tebellür edecektir. Evvela sözdeki tılsımın ve insandaki meylin uyuşması gerektir. Gönlün tasdiki nihai noktadır. Sözü, tılsımlı ok misali kullanan bir gönül ehli, Şeyhulislam Yahya Bey, şöyle buyurmuştur:
Def-i gamda olmazız muhtâç câma Cem gibi
Âşıkız biz âşıka eglence olmaz gam gibi
Gamımızı yok etmek için Cem gibi kadehe ihtiyaç duymayız. Biz âşığız, gamdan memnuniyet duyarız nitekim bize gam gibi eğlence yoktur!
Yaşadıkları, nazarı kadar etkiler insanı. Her birimizin farklı oluşu biraz da bununla alakalıdır. Kimi gamıyla memnunken kimi gamı defetmek için kadehe ihtiyaç duyar. Kimininse gamdan hiç haberi yoktur. Gam esasında memnun kalınacak ve eğlence olarak görülecek bir anlam barındırmaz. Aynı şekilde neşe de memnun kalınmayacak ve istenmeyecek bir anlamda değildir. Fakat bu insanın kavramları değerlendiriş nazarıyla ilgilidir. Aksi hâlde Yunus Emre’mizin aşk yüzünü gördü gözüm, bundan sonra kederle ilgili her şey düğün gibidir bana [1]Mısra şöyledir: Gördü gözüm aşk yüzünü yas kamu düğündür bana deyişinin izahı nakabil olur. Dolayısıyla gam yahut neşe kendi kendine var olmuş değildir. Bizi ziyarete edişleri ise asla tesadüf değildir. Öyleyse durup biraz düşünmek gerekir. Tabii bu düşünme, mahza gam ve neşe için değil tüm duygularımız için elzemdir. Gamdan hemen kaçınmak yahut neşeyle hemen şımarmak bazı nüanslara sarfınazar ettiğimizin aleni işaretleridir.
Rivayet odur ki şarap, efsanevi İran hükümdarlarından Cemşîd’in zamanında bulunmuştur. Beyitte ifade edildiği gibi Cem’in şarabı, gamdan kaçmak için bulduğuna inanılırmış. Cem’in kadehi olarak bilinen “câm-ı Cem”in iç tarafına bakıldığında dünyada olup biten her şey gözükürmüş. Şarabın sarhoşlukla gamı unutturması gamdan kaçmak isteyenler için bir vesiledir. Aynı zamanda kolaya kaçmanın ve bazı nüanslara sarfınazar etmenin de ispatıdır.
Bahr isen de katre-i nâçiz göster kendini
Gönlüne gir ey gönül ol goncanın şebnem gibi
Denizler kadar kıymetin olsa da kendini önemsiz bir damla gibi göster. Ey gönül! Böylece henüz açmamış gülün gönlüne bir çiy tanesi gibi girebilirsin.
Kendimizle ilintili her hususta söz sahibiyiz. Çevremizle olan iletişimimizde de ölçü daima bizim elimizde. Dolayısıyla her insan gibi dışa yansıyan bir duruşa sahibiz. Bu duruşu da tavırlarımızla çizeriz. Mütekebbir gölgelerden kaçarak ömrünü sürdürmeye çalışan mütevazı insanların “öteki” görüldüğü bir zamanda yaşıyoruz. Böyle olunca da gözükmek, izlenmek, duyulmak ve dikkat çekmek eğer sizin için pek önem arz etmiyorsa hayat size zindanmış gibi algılanıyor. Bundan sebep tahkir edilen insanlar bile var. Çünkü insanlar kendi fiillerinin meşruiyeti için fiilerine uygun tavırlar görmek isterler. Her gördüklerinde de yanlış mı yapıyorum zehabından uzaklaşırlar. Belki de bunun için çevremiz hep yanlış yapmadığını düşünen insanlarla dolu. Bu yüzden bizim gibi düşünmeyen insanlara çevremizde yer açamıyoruz. Tüm bunların kendimizi koca bir deniz gibi görmemizle ilintili olduğu düşünülebilir. Bir hadisişerifte “kulun hoşgörülü olması sebebiyle Allah onun izzetini artırır” buyrulmuştur. İzzetli bir karakter için kafalarımızı biraz yere indirmemiz, mütekebbirlerin şerrinden kurtulmak için Allah’a sığınmamız, mütevazı olmak için de gayret etmemiz gerek. Nitekim gül goncasının mahremi denizler değil çiy taneleridir.
Kande bir ehl-i kerem varsa yaşatmaz rûzgâr
Yeryüzünde şimdi bir âdem mi var âdem gibi
Nerede bir vicdan sahibi varsa devir ve şartlar ona hayat hakkı vermez. Bundan dolayı olacak ki yeryüzünde adam gibi adam hiç kalmadı.
Asrısaadet’i istisna tutarsak eğer iyi insanların az oluşundan şikâyet edilmemiş bir zaman dilimi var mıdır, bilmiyoruz. Bu sadece iyi insanların az oluşuyla ilgili de değildir. Özellikle bizim toplumumuzda kim olursa olsun insanın henüz hayattayken değeri pek bilinmez. Bilhassa ehlihüner ise bilaistisna vefatı ile kıymete biner. Böyle olunca da şikâyete pek gerek olmadığı sanırım izahtan vareste. Her işimiz nasiple olduğu gibi “iyi insanlarla” karşılaşmamız da nasibimizde varsa oluyor. Gönenli Mehmed Efendi’nin, “Hayırlar yaz başımıza, iyiler çıkar karşımıza.” duası gerçekten çok kıymetli ve kapsamlı bir yakarış barındırıyor. Duanın özünde sanki hayatımızın düğümüne işaretler var. Çünkü yaşamak alnımıza yazılı olanların icrasıdır: ya hayır olacaktır ya şer. Bu icrada karşımıza insanlar çıkacaktır: ya iyi ya kötü. Hayrı ve iyiyi Allah’ın rahmetine sığınarak talep edeceğiz. Bu güzel duayı ömür yolculuğunda virt kılmamız ve dost edinmemiz emin olun hayatımızı çok daha anlamlı kılacaktır. Bir diğer husus da “adam gibi adam olmak”tır. Nev’î, bir beytinde “falanın oğlu falan olmak lazım değildir, marifet öğrenip adam gibi adam olmaktır esas olan” der. [2]Beyit şöyledir:
Nev’îya lâzım değil olmak fülân ibn-i fülân
Mârifet kesbeyle tâ bir âdem ol âdem gibi.
Bahr-i aşkın bir kenârın bulmadı bîçâre dil
Düşdü bir girdâba ol zülf-i ham-ender-ham gibi
Çaresiz gönül aşk denizinde sevgilinin büklüm büklüm olan saçlarının girdabına kapıldı da kıyıyı hiç görmedi.
Aşk bir denizdir. Ucu bucağı yoktur, her şeyi kuşatmıştır. Haberi ve nasibi olan her bir insan da bu denizde seyrüsefere başlamıştır. Yolculuk herkes için başka türlüdür. Kimi için yolun sonu hiç yokken kimisi pek hızlı yol aldığını düşünür. Kimine oyalanmak büyük bir mükâfat gibi gelir, kimine ise meşakkat. Oyalayanı da esasında deniz kuşattığı için bunun tefriki pek müşkildir. Yolculuk vardır ama karşımıza çıkanlar yolculuğumuzu nasıl etkileyecek bu belirsizdir. Hüsn’üne ulaşmaya çalışan Aşk’ın hikâyesinden [3]Hüsn ü Aşk – Şeyh Gâlib haberimiz yoksa bilvesile okumuş olalım. Ne kadar Aşk olabildiğimiz ve ne kadar Aşk kalabileceğimiz bütün mesele.
Benzemez eşâr-ı gayra sözlerinde rûh var
Sırr-ı gaybî tabına Yahya senin mülhem gibi
Ey Yahya! Senin sözlerin başkalarının şiirlerinde benzemez, çünkü sözlerinde ruh var. Senin tabiatın sanki manevi âlemdeki sırlardan ilham alıyor.
Sözde tesir amaçlanır. Bu yüzden neyin söylendiği kadar söylenenin kaynağı da önem arz eder. Şiir yahut söz şuurla yoğruldukça tesire daha müsait hâldedir. Gönenli Mehmed Efendi Hazretlerinin duası da Şeyhülislam Yahya Efendi’nin bu mısraları da şuur süzgecinin hasılasıdır ve gönüllerimizde yankılanmaktadır. Bu yankılanma yani tesir, kaynağının niteliğiyle doğrudan ilintilidir. Bu yüzden tesiri fazla olan “söz” için bir “ruh” gereklidir. Bu ise “gayret”ten daha çok “ihsan”la mümkündür. “Gönülden çıkan gönle gider, ağızdan çıkan kulaktan döner.” buyrulmuştur. Çünkü: gönül Allah evidir vesselam.
Bir yanıt yazın