Kapatmak için ESC tuşuna basın

Doğmamış Çocuğa Kefen

 

Doğmamış Çocuğa Kefen

27.02.2016

İSTANBUL

Canım Kızım,

Mektup derler. Yazılmış, yazılı şey demektir. Uzakları yakın etmeye, etrafında mevcudiyetine ihtiyaç duyduklarını var etmeye yarar. Yazalım denildi, yazdık. Evvelden çok kullanılırmış ama şimdi pek yok. Ben mektuplara yetiştim, şanslı bir çocuktum. Posta kutumuz fatura zarflarından ibaret değildi. Hoş zaten posta kutumuz da yoktu. Mektuplarımızın olduğu zamanlar tabi. Teyzemlerden gelirdi mektuplar çok çoğu. Biz aile merkezinden –anneanneden- uzaktaydık uzun bir müddet, baba mesleği vs. dolayısıyla. Numaralandırılmış, tükenmez kalemle yazılmış sayfalarca kâğıt. Hatırımda kalan ben daha okuyamadığım için mektupları annemin bana okuduğu. Yanılıyor olabilirim. Benden iki yaş küçük bir televizyonumuz var. Ondan gördüklerimde bu mektuplar zarftan çıkan, bir tanecik yapraktan oluşan, iki satır yazı yazılmış notçuklardan ibaretti. Sayfalarca değillerdi. Çocuk aklı ile bu işin adabının o olduğunu sandımsa garipsemiştim bize sayfalarca yazılmasını. Ama gör ki ne de çok anlatacak şey paylaşılacak duygu birikiyormuş. Hele ki hasretsen birilerine yahut muhtaçsan, sarılıysa etrafın seni bilmeyecek, bilemeyecek envai çeşit kimseler ile… Yanında olmayanı, hatta belki hiç olmayacağı arayıştır mektup yazmak.

“Ben yetiştim.” demiştim sana. Mektuba, belki birkaç şeye daha. Yetişebilmişleri dinle, oku, tanı, bil kızım. Ben fakiri geç. Asıl söylemek istediğim esas yetişebilenlerden faydalanmayı hiç ihmal etme. Onların peşinde koş sen de kendini onlar aracılığıyla yetiştir yetişemediklerine.

Kibir ne kötü şey kızım bir bilsen. Bildiğini sanırsın ve bilirsin de cidden bazen. Bilmenin imtihanı başladığında o zaman aciz kalıp gaflete düşer, imtihandan geçemezsen kıymetini yitirirsin. İçten içe kendi gözünde kendi kıymetini… O an başka birinde kıymet kazanmanın bir anlamı var mı ki kendin kıymetsiz hissederken içten içe? Haddini bilmeli insan. Hudutlarını tanıyıp keşfetmeli. Kendi naz ü niyaz makamını öğrenmeli. Ona göre davranmalı. Sen sen ol aman deyim her halini, tavrını defalarca ölç, tart ona göre harekete geç. Edebini hiç elden bırakma.

Halis niyetli olmalı insan, samimiyetsizlikten uzak durmalı. Sultan Alparslan Malazgirt ovasında cumadan sonra şöyle dua etmiş: “Ya Rabbi! Seni kendime vekil yapıyor, azametin karşısında yüzümü yere sürüyor ve senin uğrunda cihad ediyorum. Ey Allah’ım! Niyetim halistir, bana yardım et, sözlerimde hilaf varsa beni kahret!” Biz sadece cüzi bilgilerimizle bazı girişimlerde bulunuruz. Allah her şeyin hayırlısını ve kalplerin içini bilendir. Halis ve samimi niyetlerle bulunacağın tüm girişimlerde Allah’ın yâr ve yardımcın olması dualarıyla… Fakat aklından hiç çıkarma ki niyetin halisiyeti yanında dikkat edilmesi gereken, niyete hilaf, riya karıştırılmamasıdır. Bu nedenledir ki sultan duasının ikici kısmında bunu kati bir şekilde zikretmiş.

‘Terzi kendi söküğünü dikemez.’, ‘mum dibine ışık vermez.’ derler iki atasözü vardır. Kişinin kendisine yakın olana, çoluk çocuğuna daha az faydasının dokunduğunu, erişemediğini anlatmaya yarar. Kimisi der: “Ben abisi olunca dinlemiyor beni.” Beriki: “Anne-baba sözü dinlemez bir de sen konuşsan. Senin sözünü tutar.” Yabancılaştırma derler tiyatroda, yazıda vesairede kullanılır. Seni olduğun yere bir an yabancılaştırıp izleyici, üçüncü şahıs konumuna koymaya yarar. Daha objektif olursun, kavrayışın artar. Güzel kızım endişem odur ki olur da sana duyuramazsam sesimi , Allah esirgesin, belki bir gün rast gelir de buradan duyarsın. Bu sebepledir satırlarım. Kız çocuğuna sahip olmak dünyadaki en harika ve aynı zamanda en korkutucu şey olsa gerek. Kalkışmamalı bu işe daha kendini bile bilmeyerek.

Can parem, babaannen nasıl yapmış etmiş bilmem ama hiç sezdirmeden, zorlamadan en ince zevkleri, estetik algıyı aşılamış senin babana. Bir parça ‘güzelliğimiz’ varsa onun eseridir. Bilmem nasıl olur ben becerebilir miyim bunu onun gibi? Fakat az bir ömrümde gözlemlediğim şu ki –kimileri müstesna- milletçe bilinç olarak vefadan uzak, ruhen estetik ve edepten yoksunuz, bulunduğumuz zamanda. Çağdaşlarım ve gelecek jenerasyonlarda çokça gördüğüm bir sıkıntı bu. Sağına soluna bak bir kızım ve görmeye, anlamaya çalış, düşün, fikir yürüt. Varsa bir aksaklık sebebi nedir? Nasıl çözülür? Bunun için sende ne donanım gerekir? Nasıl donatabilirsin kendini gerektiği gibi? “Herkesten” olma. Çünkü benim gördüğüm, senin göreceğin sıkıntıları “herkes” çözemeyecek.

Sev! Bir şarkıyı, resmi, güzel bir sanatı ama popülariteden sakın. Acizane; müzikle iştigal eden bir baba olarak kızım sana demem o ki eğer meylin olursa güzele, sanata her ne yaparsan yap kendi özünü, kültürünü benimsemeden, ondan kaynaklanmadan bina etme onu. Düşün ki temelinde sıkıntısı olan bir binada çıkılan her yeni kat, mertebe, oluşacak yıkıma hız ve kuvvet katar. Bizlerde olan şu kültürel ve ahlaki yıkım da bundan değil midir zaten? Milletlerde bulunan ama maddeten ama manen aktarılan kültürel bir bellek var. Bu bellekten kaynaklanmayan vaziyetlerde aksaklıklar oluşuyor. Bünyeler kabul etmiyor özentiyle ve kontrolsüz alınan malumatı. Bu da kültürel ve ahlaki konudaki sorunlarımızın temelini oluşturuyor.

Sev ama gönlün, fikrin dar olmasın canımın canı. Geniş ve birçok zaviyeden izlemekte fayda var hayatı. Boş sevdalarla hayırsız uğraşlarla ruhunu ve gönlünü daraltmamalı. Dinlemeli ama hemen kanmamalı. Ötekileştirmeden kimseyi en doğru yol, dosdoğru yol ‘sırat-ı müstakim’ öğrenilmeli, öğretilmeli. Diyeceksin: “Baba böyle söylemesi kolay. Sen ne yaptın ki?” Bilmem ki be kızım, ne başarabildim? Ancak en azından o yolu tuttum. Nasipse ateşe su taşıyan o karınca yahut hac yoluna düşmüş bir diğeri misali o yolda veririm son nefesimi. Allahuâlem.

Ah! Burada olsan keşke, yanı başımda… Yesen pudra şekerli yoğurdunu ya da karşımda içsen çayını. Ama o sandalye de boş, ısmarladığım demlikle gelen ikinci çay bardağı da. Ayıptır söylemesi baban İstanbul’u çokça gezmiş, çokça okumuş, çokça sevmiştir. En sevdikleriyle paylaşmayı da çok sever bunları. En sevdiğim nerelerdesin? Birlikte seyretsek şu hisarı, koca koca gemilerden çıkan şu koca koca dalgaları, bir amcanın çocukluğunda taktığı isimle ‘koca oğlaan!’ları. İsterdim dolaşmak, kaybolmayı en sevdiğim şu daracık sokakları, seni sırtıma alıp ter içinde çıkacağım o dimdik yokuşları, merdivenleri, Zeyrekleri, Yahya Efendileri. Âşık ol! Bir şekilde seni Onlara, Allah’a ve peygamberine, götürecek olan bir kitaba, şiire, bir şehre, “İstanbul’un kış denizine”, belki senin de ileride sahip olacağın minik peri kızına veya yaramaz oğlan çocuğuna… Babalar kıskanç olur, elin oğlu gelir âşık olduğu o minicik kızını alır. Düşünmesi bile akla zarar verir. Ama bu olagelmiş, olan ve olacaktır. O sebeple âşık olunan ‘kılavuz’ olmalıdır. Her ne olursa olsun, bir konak, bir kitap, eş, dost. Nedir? Başka bir amcanın babası yazmış kızım. Ne de güzel söylemiş. Ona kulak verelim bu konuda: “Kılavuzun seni velilere, onlar seni peygambere, o seni kitaba ve o seni Allah’a teslim ediyorsa… Bil ki doğru yoldasın.” Fark ettin mi kızım? Kılavuz yalnızca götürme vazifesini üstlenmiyor, seni “teslim edecek.” Yani o kılavuza emanet olacaksın. Emanet yerine teslim edilene kadar senden mesul olacak. Allah en güzel kılavuzlarını seninle karşılatırsın ömründe kızım. Çıplak geldiğin dünyadan bir parça beyaz bez ile göçüyorsun. Onu da giderken yolda bırakıyorsun beden denen kıyafetinle birlikte. Çırılçıplak geri varıyorsun O’na, sadece amel ve imanınla.

Nihayetinde aklında şu vardır, okuduklarından sonra: “ iyi de baba yaşın kaç başın kaç ki böyle dizdin incileri –teveccühün- sanki bir asır yaşamışsın gibi.” Yaşım şu an genççe evet cancağızım ve geldiğinde -inşaallah- ne olurum bilmem. Fakat yüzlerce mevsimin eskitmiş olması mı gerekir bedenimi yoksa her şeyin en beterini mi tecrübe etmeli ruhum ve fikrim şu an kızıma iki nasihat edebilmem için? En rezil yokluklar ile sınanmadım belki ama yoksun olmadım diyemem, muhteşem acılar görmedim ama canım yanmadı diyemem, çile ve ızdıraplarla bitip tükenmedim ama birçok dert ve tasayla yoruldum be kızım. Çok yoruldum… Geliver artık da alıver o yorgunluğunu babacığının. Ferahlasın gönlü biraz olsun. Dünyaya gözünü açtığında babaannenin bana doğduğumda yaptığı o şefkat dolu karşılamayı bir vakit bir yerde benim de sana yapabilmem temennisiyle… “Hoş geldin dünyama bitanem!”

Hoş gel dünyama…

 

Ömer Aytin

Yazdır

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir