Bir önceki yazımızda ilk üç beytini izah etmeye çalıştığımız gazelin dördüncü beyti şöyle:
Dil ü cân bî-mecâl oldu gamından pâymâl oldu
Çün eglenmek muhâl oldu gidelim bâri şehrinden
bî-mecâl: güçsüz, kuvvetsiz, takatsiz
pâymâl: mahvolmuş, ayakaltında kalmış
muhâl: imkânsız
Gönül ve cân takatsiz kaldı, senin hicranının gamından ise mahvoldu. Bu haldeyken buralarda kalmamız ise imkânsız hâle geldi, bâri şehrinden gidelim.
Âşık, sevgilinin hasretiyle, ona ulaşamamasının verdiği gamla âdeta mahvolmuştur. Sevgilinin vuslatına susamış bir halde her geçen gün bu mahvolma sürmektedir. Artık bu durumun düzelmesi imkânsız bir hâle gelmiş ve aynı şehirde kalmak muhal olmuştur, böyle olunca da bâri şehrinden gidelim ey sevgili! demekle yetinmektedir âşık. Gazelin bütününde çizilen tabloya göre, âşık ve sevgili aynı şehir içerisindedirler. Âşık, aslında her beytinde “gidelim bâri şehrinden” redifiyle “Ey Sevgili, sana bu denli yakın olup da ulaşamamak, seninle farklı şehirlerde olmamızdan daha zor geliyor bana. Farklı şehirlerde olsak belki aramızda mesafenin olması sebebiyle çektiğim dertler biraz daha hafif olabilirdi, ancak şimdi senin şehrindeyim ve sana yakınım ancak sana ulaşamıyorum, bundan dolayı sıkıntılarım daha fazla” demek istemektedir.
Usûlî’den yaklaşık bir asır evvel yaşamış olan Ahmed Paşa, aynı redifle yazdığı gazelinde ise şikâyetini,
Dil odundan kebâb oldu gözüm yaşı şerâb oldu
Gönül mülki harâb oldu gidelim bâri şehrinden
“Gönlüm aşkının ateşinden yanıp kebap gibi oldu, gözyaşım ise şarap rengine dönüp kıpkırmızı oldu. Gönül mülkü ise harap bir halde, bâri şehrinden gidelim” diyerek dile getirmektedir.
Âşık ağlamalıdır, ancak normal gözyaşı âşık için pek bir anlam ifade etmeyecektir. Çünkü hakiki âşık, öyle ağlamalıdır ki gözyaşları tükenmeli ve ciğerlerindeki kanlar gözyaşı yerine gelmelidir. Yâni, âşık kan ağlamalıdır. Avnî mahlaslı Fatih Sultan Mehmed, daha evvel şerhine çalıştığımız[1]https://www.tecella.net/sultan-fatihin-bir-gazeline-serh-1/ bir gazelinin ilk beytinde
Ağlasa âşık belâ-yı hecr ile nalân olup
Gözlerinden akan anun yaş yerine kan olup
ifadeleriyle hakiki âşık profilini çizmeye çalışmıştır. Hakiki âşığın ayrılık belasıyla inleyerek ağlaması gerektiğini söyleyen Fatih Sultan Mehmed, ikinci mısrada ise “normal ağlamak olmamalı, âşığın gözlerinden yaş yerine kan gelmeli” demektedir.
Tapun gayre penâh imiş işimiz dün ü gün âhmış
Seni sevmek günâh imiş gidelim bâri şehrinden
tapu: huzur, makam, kat
penâh: sığınılacak yer, sığınma yeri
dün ü gün: gece ve gündüz, her zaman
Senin yanın başkalarının sığınağıymış, bizim işimiz ise gece ve gündüz âh etmek. Seni sevmek günahmış, bâri şehrinden gidelim
Âşık gece ve gündüz âh eder, sevgili ise ondan hep yüz çevirir ve başkalarına kapısını açar. Bundan hareketle âşık, “bilmiş olduk ki seni sevmemiz bizim için bir günahmış, bâri şehrinden gidelim” demektedir.
Sevgilinin gayrılarla hemhâl olması, âşığı daima âh etmeye mecbur kılmaktadır. Âh, divan şiirinde aşk ateşiyle hakiki aşığın gönlünden çıkan bir duman olarak düşünülür ve hep onunla beraberdir. Sahibi belli olmayan bir beyitte bu durum “âh edip etmemek benim elimde değil ey sevgili” manasıyla şöyle ifade edilmiştir:
Der imişsin beni gördükte sakın âh etme
İhtiyâr elde değil âh benim sultanım
Âh ile ilgili Muâllim Nacî’nin, “hakiki manasını âh eden bilir” dediğini ise Ahmet Talat Onay nakletmektedir. [2]Açıklamalı Divan Şiiri Sözlüğü, Âh maddesi
Bunlarla beraber Tasavvuf literatüründe, âhın, Allah lafzâ-i Celâlinin en kısa hâli olarak kabul edildiğini söylememiz de yerinde olacaktır.
Dil alır sâhir imişsin cefâda mâhir imişsin
Vefâsız kâfir imişsin gidelim bâri şehrinden
sâhir: sihirbaz
Ey sevgili, sen gönül alan bir sihirbazsın, cefâda da oldukça mahirsin. Bu hâlinle tıpkı Vefâsız kâfir(ler gibi)sin, gidelim bâri şehrinden
Âşık, sevgiliyi sihirbaz olarak nitelemektedir. “Sihir yaparak gönlümü aldın bununla beraber eziyeti de iyi beceriyorsun. Bu halinle tıpkı vefâsız kâfirlere benziyorsun, artık şehrinden gidelim” diyen âşık esasında halini çeşitli boyutlarla izah etmek istemiştir. Şöyle ki, âşık; sihre maruz kalmıştır, sevgilinin cevrine katlanmaktadır, bu eziyetler sebebiyle de öyle bir durumdadır ki sevgiliyi vefâsı olmayan kâfirlere benzetmiştir. Kâfir kelimesinin divan şiirinde bilhassa günümüzde yaygın anlamıyla kullanılmadığını bilmemiz oldukça önemlidir.
Âşık, beyitte aslında benim gönlümü bir sihirbaz gibi aldın derken, bir tür kendisi için çizdiği mazlum imajını güçlü kılmaya çalışmaktadır. Fuzûlî’nin “Değildim ben sana mâil, sen ettin aklımı zâil” mısraını beytin ilk mısraıyla aynı doğrultuda düşünmemiz gayet mümkündür. Çünkü sevgili kimi zaman âşığa yan bakışıyla sihir yapar ve kendisine âşık eder, kimi zaman da o büyüleyici yan bakışı ile âşığın aklını zâil eder ve kendine meftun eder.
Bunlarla beraber kimi zaman âşıklar Şeyhülislâm Yahyâ’nın,
Çekmem mey ü câm minnetin ben
Mest-i mey-i la’l-i dilrübâyım
beytinde işaret ettiği üzere mest olmak için, kendilerinden geçip akıllarının zâil olması için kadehin minnetini çekemem derler. Çünkü onlar sevgili sebebiyle mest olmuşlardır. Bu mest olma kimi zaman sevgilinin bir bakışıyla olur, kimi zaman âşığın sevgiliyi bir sefer görmesiyle olur.
Usûlî’den gönül aldın dönüben yerlere çaldın
Çü bizi firkate saldın gidelim bâri şehrinden
dönüben: dönüp
çü: mademki, çünkü
Ey sevgili, Usûlî aşığından gönül aldın, aldığın bu gönlü dönüp yerlere çaldın. Madem bizi ayrılığa saldın, bari şehrinden gidelim
Son beyitte Usûlî, sevgiliye gönlümü aldın buna diyeceğim yoktur ancak gönlümü yerlere çaldın. Bu da yetmedi bizi ayrılığa mecbur kıldın, bütün bunlara dayanmak ne yazık ki çok güç, bari şehrinden gidelim demektedir. Âşıklar sevgiliye gönüllerini çaldırırlar. Bundan dolayı sevgiliye dilrüba, yani gönül kapan denilmektedir.
Sevgili, aşığını her zaman ayrılığa muhtaç eder. Sevgilinin yanında olanlar rakiplerdir ve sevgili daima onlarla beraberdir. Ağyar veya rakip olarak dile getirilen bu aşk hikâyesinin üçüncü karakteri aşığın daima karşısındadır. Yer yer âşıklar, rakibi oldukça ağır ifadelerle eleştirirler. Sevgiliye ulaşamamak aşığa belki eziyet verecektir, ancak rakiplerin sevgilinin yanında bulunması bu eziyetinin katbekat artmasına neden olacaktır. Özetle, sevgiliye ulaşamamak ne kadar dert sebebiyse, rakibin sevgilinin yanında olması da bir o kadar dert sebebidir. Bu anlamı muhtevi olması bakımından Necâtî Bey’in bir beyti örnek verilebilir:
Acır isen gel Necâtî-i derd-mende acı kim.
Ne leb-i dilber nasib oldu ne helvā-yı rakîb
Yani, Ey merhametli kimse! Acıyacaksan eğer gel dertli Necâtî’ye acı. Ne sevgiliye kavuşabildi ne de rakibin helvasını yiyebildi.
Sevgiliye ulaşmak için rakip ile mücadele edilmesi gerektiğini açık ve net göstermesi bakımından Fatih Sultan Mehmed’e ait şu beyti zikretmek uygun düşecektir:
Yâr içün ağyar ile merdane cenk itsem gerek
İt gibi murdar rakîb ölmezse yâr elden gider
Fatih Sultan Mehmet, “Sevgili için, rakîb ile yiğitçe savaşmam gerekiyor. Eğer köpeğe benzeyen rakîb ölmezse, yâr elden gider” demektedir.
Sevgili aşığına ulaşamadıysa eğer rakip de ulaşmamalıdır. Kimi şairler ise rakibe olan husumetlerini biraz da nükteyle dile getirmişlerdir. Bosnalı Sâbit, bir beytinde şöyle demektedir:
Meydâne geldi na’ş-ı rakîb-i nemîme-sâz
Huzûr-ı kalb ile kıldım ömrümde bir nemâz
Sâbit, “Laf taşıyan dedikoducu rakibin cenazesi meydana geldi, ömrümde kalbî huzur üzre kıldığım bir namaz varsa rakibin cenaze namazıdır” demekle rakibe olan husumetini nükteli bir dille ifade etmiştir.
İzahına çalıştığımız bu gazelin ilk beytinden son beytine kadar genel bir tablo çıkarmamız gerekirse eğer, Usûlî, âşığın dilinden sevgiliye şöyle sitem etmektedir:
Ey Sevgili! Senin ayrılığının gamıyla gönlüm bir an olsun iyileşmiyor, yüreğimin yanmadığı bir zaman da yok. Böyle bir derde kimse katlanmaz bunu unutma. Sen başkalarıyla safa içerisindesin, ben cefâlar içerisinde kaldım. Böyle yaşamaktansa ölmek daha hayırlıdır benim için. Güzellerde vefa yoktur diye bir söz söylediler ki bu söz doğrudur, seninle öğrendim. Gariplerin ise pek fazla itibarı yok, buna da ben delilim. Gönül ve cân takatsiz kaldı senin ayrılığının gamıyla her ikisi de yerle bir oldu, bu durumda şehrinde kalmak da imkansız oldu. Senin yanın hep başkalarının sığınağıymış, bizim hakiki âşık olarak işimiz gece gündüz hep âh çekmekmiş. Bildik ki seni sevmek de günahmış. Sen, gönül alan bir sihirbazmışsın ve cefâda oldukça mahirmişsin, böyle yaparak vefasız kâfirlere benziyorsun. Usûlî’den gönlünü aldın, dönüp bu gönlü yerlere çaldın, bizi ayrılıklara mecbur bıraktın, bâri şehrinden gidelim. Gidelim ki hem senin istediğin olsun, hem sana ulaşamamanın verdiği ızdırap belki biraz olsun veya bir an olsun hafifler.
Dipnotlar:
⇡1 | https://www.tecella.net/sultan-fatihin-bir-gazeline-serh-1/ |
---|---|
⇡2 | Açıklamalı Divan Şiiri Sözlüğü, Âh maddesi |
Bir yanıt yazın