15 Temmuz gecesi şaşkınlığın, korkunun ve soru işaretlerinin bir arada bulunduğu bir başlangıçtı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi binasının hemen yanındaki Saraçhane Parkı’na gittiğimde ise şaşkınlığım daha da arttı. Askerler insanlara ateş açıyorlardı. Bir kısmı ise daha niçin orada olduğunu dahi bilmeden gözünden gelen yaşlar ile birlikte ateşe katılıyordu. Hâsılı o gece herkesin sınavı tarifsiz bir düğüm ile birbirine bağlıydı.
Ben gittiğimde çatışmanın ikinci safhasındaydık. İlk safhada vurulanlar hemen olay yerinin yakınındaki Medical Park Hastanesi’ne götürülmüştü. Bu arada Medical Park Hastanesi ayrı bir teşekkürü hak ediyor. O gece Medical Mark Hastanesi çalışanlarının hizmeti olmasaydı şehit sayısı 17 değil belki de asgari 50 olurdu. Birçok yaralının da belki sakat kalmasına engel olundu.
Karanlıkların içinde aydınlık oluşturan insanlara sıkılan mermiler bir taraftan acıyla inlemeleri beraberinde getirirken bir taraftan da karşısına korkmayan, şecaat sahibi insanları topluyordu. Henüz ne olduğunu tam olarak anlayamamıştım. Yaralanan bir arkadaşımın yanına hastaneye koşarak gittim. Acil servise girdiğimde bizimle beraber bir yaralı getirmişlerdi. Yaralıyı dört kişi taşıyordu, yaralının ise yüzü korku ile şaşkınlık arasındaydı. Ağlamıyordu, bağırmıyordu. Belki şoktaydı. Ama yüz ifadesinden ziyade aklımda kalan merminin parçaladığı diz kapağıydı. Ben de ikinci şokumu orada yaşadım. Bu şok sonraki günlerde devam etti. Acil servisteki yaralılar aklıma geldikçe gözyaşlarımı tutamıyordum. Yaralı arkadaşımın yanına geldiğimde kendisinin durumu iyiydi. Sakin ve düşünceliydi. Aynı zamanda hiddetliydi. Etrafındaki insanları sessizce izliyordu.
Acil servisteki personel yetersizdi biz de bir şeyler yapmalıydık. Kimine Ya-Şafi diyerek su içiriyorduk, kiminin yarasına basıyorduk, kimine serum götürüyorduk. Kimininse elinden tutarak destek oluyorduk. O an acil serviste aklıma Suriye, Filistin, Irak ve diğer birçok mazlum coğrafyalar geldi. Korkmuştum. Etrafıma bakarken gözyaşlarımı tutamıyordum. Korkmadığımızı söylemek ikiyüzlülük olur. Çünkü bizler insanız. Korkumuzun niteliği mücadelemizin kıymetini ortaya koyuyordu. O gün gerçek korku sahipleri, yani korkuyu aşıp gerçek Allah korkusuna ulaşanlar, 15 Temmuz’da bir çok zulmün ve zalimliğin vuku bulmasına engel oldular.
Bir taraftan silah sesleri gelirken bir taraftan içeriye sürekli yaralı geliyordu, bazen de şehit… Kimisi belinden vuruluyor, kimisi ayağından, kimisi sırtından kimisi kafasından… Acil servis kapasitesinin çok üstündeydi. Bazı yaralılar sedye yetersizliğinden yerlere yatırılıyordu. İşte imdi size anlatacağım hikâye yere yatırılan meçhul kişilerden birinin hikâyesi…
Amcamızın adı İsmail, elli sekiz yaşında. Mermi sol kasığından girmiş kalçasından çıkmış. Acil serviste dakikalarca yerde yattı. Yarasının o hengâmede kimse farkında değildi. Çünkü İsmail Amca ne bağırıyordu, ne ağlıyordu… Eliyle yarasını tutarken bir taraftan zikir çekiyor, bir taraftan “Allah’ım sen milletimizi koru diyerek” dua ediyordu. Kendisiyle ilgilenmek bize nasip oldu. Yarasından gelen kanın yoğunluğunu fark ettiğimde doktorlara haber verdim. Doktor burada müdahale edemeyeceklerini, cerrahi müdahale gerektiğini söyledi. Hemen vatandaşlardan birinin arabasına İsmail Amca’yı götürdük, acil servisten çıkarken çatışma devam ediyordu ve silah sesleri bizim kapıdan çıkmamızla arttı. Hastanenin önündeki herkes kendini yere atarak korunmaya çalıştı. Biz de kafamızı eğerek İsmail Amca’yı araca taşıdık ve yola çıktık.
Çapa hastanesine geldik. Bu arada gelmeden önce İsmail Amca’mızın kimsesi olmadığını öğrendik. Çağırabileceği bir yakını yoktu. Ne eşi vardı ne de çocukları. Biz de bütün gece kendisiyle ilgilendik. Yapabileceğimiz çok bir şey yoktu. Kan kaybetmemesi için yarasına bastırmaktan, hastanede doktorlar kendisini muayene ederken elini tutmaktan, kendisiyle konuşmaktan başka bir şey yapamıyorduk…
Hamd olsun sabah olduğunda hastanedeki telaşlı dakikalar yerini tevekkül içinde temkinli bir bekleyişe bırakmıştı. Size asıl anlatmak istediğim ise o korku dolu dakikaların her anının ötelerin ötesinde bir hesapla nasıl hayal edilemeyecek bir hayıra göre planlandığıdır.
İsmail Amca daha önce söylediğim gibi 58 yaşında ve kimsesiz. Hayat hikâyesi ise bir garip hikâye. Gençliğinde bir ramazan ayında oruçluyken çalıştığı pideci dükkânına civardaki esnaflardan biri gelerek pide yapmasını istiyor. Ancak bir münakaşa çıkıyor ve esnaf bıçak alarak kavgaya geliyor. O an İsmail Amca da kendini korumak için tezgâhtaki bıçağı alıyor. Nasıl olduğunu anlamadan karşısındakini bıçaklıyor. Netice de adam ölüyor ve İsmail Amca dokuz yıl hapis yatıyor. Çıktığında kimse artık onunla muhatap olmuyor. Ailesinden görüştüğü kimse kalmıyor. Yalnız yürümeye başlıyor bu garip yolculukta.
Süleymaniye’de bir bekar odasında oldukça kötü koşullarda yaşayan İsmail Amca, o geceden sonra gazi unvanına kavuşuyor. İsmail Amca’yı yaralayan mermi Allah’ın lütfu ile hikmetler içerisinde ne atar damara dokunuyor ne de kendisini sakat bırakacak bir hasar veriyor. Birkaç milimlik bir sapma belki sakat kalmasına ya da atar damarın patlaması ile kan kaybından ölümüne sebep olabilirdi. Ancak mermi hiç bir ciddi hasar vermeden emrolunduğu gibi girip çıkıyor. Gerçekten hayır ve şerrin nerede olduğuna aklın idraki yetmiyor. O gece vurulmak ve gazi olmak İsmail Amca’ya farz olmuş sanki. Üstad Sezai Karakoç’un dediği gibi; Kaderin üstünde bir kader vardır.
Bu vesile ile İsmail Amca her hangi bir sosyal güvencesi ve maaşı yokken düzenli bir aylığa ve sağlık güvencesine kavuşuyor. Hiç tahayyül etmediği makamlardan insanlar ziyaretine geliyor ve ne isterse söylemesini kendisinden rica ediyorlar. İstediği şey ise ne para ne mal ne de unvan. Kendisine siz bizlerin kahramanlarımızsınız diyen bakan hanıma ben kahraman değilim, ben bir şey yapmadım diyerek tek isteğinin bu yarasından dolayı rahat ederek kalabileceği temiz bir huzur evi olduğunu söylüyor… Şimdi İsmail Amca’mız iyi, kendisinin her şeyiyle ilgilenen insanlar yanında. Devletimiz her türlü desteği veriyor. Ancak hepsinden öte İsmail Amca artık bir evlada sahip. Bu hikâyede Rabbimin küçük bir rol verdiği bu fakir 2012 yılında iki dedesini kaybetmişti. Hamd olsun şimdi bir dedesi daha oldu.
O gece şunu anladım, insan güzel insan olduktan sonra Cenab-ı Allah kuluna vakti geldiğinde güzellikler nasip ediyor. İsmail Amca da işte o güzel insanlardan…
15 Temmuz gecesine ithafen ise şunu da söylemek isterim, bir mümin ne olursa olsun Necip Fazıl üstadın buyurduğu gibi sağına soluna bakmadan ben varım demeli ve zalimlerin ve zulmün karşısında yarınındaki masivaya ait çıkarlarını düşünmeden Hakk’ı savunarak emrolunduğu gibi dosdoğru olmalı.
Şimdi Sezai Karakoç’un şu dizelerini biraz düşünelim; Bu dünyada olup bitenlerin
Olup bitmemiş olması için
Ne yapıyorsun
Sizin evin duvarları taştan
Dumanı da mı taştan
Bir yanıt yazın