Kapatmak için ESC tuşuna basın

İnsan “Düşer”

Kanaat, hazinedir, bilene. Sabır, fırsattır, görene. Söz ise ibrettir efendim anlayana… Gönülden süzülüp kalemde ifadesini bulmuş her bir şiirimiz, hazinelerin, fırsatların, ibretlerin ve muhtaç olduğumuz daha nice elzem hakikatlerin saklı bulunduğu bir sandıktır adeta. Bu hazine dolu sandıklar bizlerin önünde, hakkıyla açılmayı beklemektedir. Mesele, her bir sandığa gönülle dokunabilmekte ve sandığın içindekileri hevesle irdelemekte…

Şiirimizde hikemî anlayış geçmişten günümüze sağlıklı adımlarla süregelmiştir. Sözgelimi, İslâmi Türk edebiyatını başlattığımız Yusuf Has Hâcib, mesnevi olarak kaleme aldığı meşhur eseri Kutadgu Bilig’de sayısız öğütlere yer vermiştir. Ahmed Yesevî’nin hikmetlerinde aynı samimi tarzı aleni olarak okuruz. Mevlânâ da aynı anlayışla yazmıştır şiirlerini, farklı dille olsa da. Gönüllerin sultanı Yunus Emre saf Türkçesiyle ruhlarımıza benzer maksatla seslenmiştir. Halk edebiyatımız, divan edebiyatımız yüzyıllar boyunca hikmete şiir mecrasında ses olmuşlardır. Yüzyıllar süren bu anlayış, Cumhuriyet döneminde de devam etmiştir. Özellikle Cumhuriyet döneminde ölçüsüz çeşitli tasnifler yüzünden, muayyen anlayışlarla sınırladığımız birçok şair de şiirin hikemî yönüne özellikle temas etmişlerdir. Dünden bugüne edebiyatımız vesilesiyle şairlerimiz, zihinlerimizde bir şimşek gibi çakan bedihi hakikatlere bazen bir mısrayla, bazen de bir şiirle dokunmuşlardır. Bu anlayış yüzyıllar boyunca sürmüştür ve sürmeye devam etmektedir.

Kayserili Beliğ, belki birçoğumuzun ilk defa bu yazı vesilesiyle karşılaştığı bir isim. Ancak, yazmış olduğu bir gazeli var ki doğrusu kendisinden daha meşhur olmuştur diyebiliriz. Hikemî anlayışla kaleme aldığını söyleyebileceğimiz bu gazelin kalitesi de iddiamızı ispat ediyor efendim. Şairimizin gazeline kuşattığı hikmetli havayı daha gazelin ilk mısraından dahi okuyabiliyoruz. Şöyle başlıyor şiirine Beliğ:

Bilmeyen sırr-ı kazayı der-i paşaya düşer
Kısmete kâni olan dergeh-i Mevlâya düşer

Muhakkak, kaderin sırrını bilmeyenler, makam sahiplerinin kapılarında bir şeyler ararlar. Ancak, nasibini bilen, Allah’ın kısmetine bahş eylediği sırrı bilen, hiç şüphesiz onun dergâhından başka dergâha bel bağlamaz.

18. yüzyıldan 21. yüzyıla gönderilmiş tılsımlı bir mesaj adeta. Dün paşaların beylerin kapısında el bağlayıp mevki umanlar, bugün hayatlarını bu dünyevî pasa bulanmış bayağı anlayışla idame ettiriyor, günlerini kurtarıyorlar. Hani Bâkî diyordu ya, “Baş eğmeziz edâniye dünyâ-yı dûn içün / Allah’adır tevekkülümüz itimadımız”, yazık ki ne tevekkülümüz kaldı, ne de alçak dünya için alçaklara baş eğmemekliğimiz efendim!.. Halbuki insan sevdiğinden ve istediği şeyden kıymet alır. Kişi, kimi seviyorsa, kimden istiyorsa, ne istiyorsa kıymeti ancak o kadardır. Bizim hep güce meylimiz var, hep güçlüye tarafız. Kaderin sırrından haberimiz yok, kısmete kâni değiliz. Ziya Paşa ne diyordu sahi, hatırlayanımız var mı? “Âlemin sultanıdır, muhtac-ı sultan olmayan” Bir sultana, paşaya, beye, mevki sahibine, hasılı bir insana muhtaç değilsen bil ki alemin sultanı sensin. Yunus Emre, “Bir şaha kul olmak gerek, hergiz ma’zul olmaz ola” derken, bir anlamda kısmete kâni ol, dergeh-i Mevlâya düş demekteydi bize. Dergeh-i mevlâ ki, oraya düşende endişe olmaz vesselam.

Hak kefil oldu kulun rızkına halk eylemeden
Bunu fikretmeyen endişe-i ferdâya düşer

Allah kulunun rızkına henüz onu yaratmadan kefil olmuştur. Bunu düşünmeyen kişi yarının kaygısıyla yaşar.

Hep dilimizde öyle değil mi? “Allah rızkımıza kefil.” Pekâlâ, biliyoruz bilmesine bu kabulümüz. Öyleyse yarının kaygısına niçin düşüyoruz? Beliğ, yarının kaygısına düşecek olanları “Allah’ın kulunu yaratmadan rızkına kefil olduğunu düşünmeyenler, bunu aklına getirmeyenler” olarak tarif ediyor. Bizim durumumuz da tam olarak böyle. Biliyoruz, düşünmüyoruz. Bildiğimiz, oldurmuyorsa, hiçbir anlam ifade etmez efendim! Akıl, dil ve kalp, aynı frekansta olmalıdır. Ziya Paşa, bir mısraında pek samimane “Rızk-ı maksuma kanaattir meali hikmetin” demişti de dedelerimizin dilinde değil kalbinde parıldamıştı bu ve benzeri mısraların hakikati. Bizler ise kulaklarımıza dahi değdirmiyoruz şimdilerde bu mısraları. Ne diyelim efendim, dua edelim, bildiklerimiz oldursun bizleri!..

Kendü kendüye gelür kısmet olunca devlet
Vaktini gözlemeyen yok yere gavgaya düşer

Mutluluk, talih kısmet olunca kendi kendine gelecektir elbette! Ancak, vaktini gözlemeyen kişi, yok yere bunun kavgasına düşer.

Meşhur bir hikâyenin hissesidir: “Nasip ise gelir Hint’ten Yemen’den / Nasip değilse ne gelir elden” denilmiştir. Nasibini bilmek, vaktini gözlemektir esas olan. Lâedri bir beyit şöyledir: “Ne denlü cehd edersen bir murade / Nasip olmaz mukadderden ziyade” Takdir olunmuştan fazlasına ne kadar gayret edersen et ulaşamazsın. Elbette gayretimiz olacak, elimizden geleni yapacağız, ancak olmayan için üzülmek yerine kahrın da hoş lütfun da hoş diyeceğiz. Ölçü bu olacak, Şeyh Gâlib nazarıyla “Takdir Hüda’nındır” diyeceğiz ve olacağız efendim, biz oldukça gönlümüz anlamsızca kavgaya düşmeyecek, yok yere telaş etmeyecek, tevekkülle vaktini bekleyecektir.

Gam u tertib ü hışımla geçirür evkâtın
Her kimin kim hevesi mansıb-ı dünyâya düşer

Dünyanın makamına, mevkisine heves edenler hiç şüphesiz vaktini gamla, tuzakla, öfkeyle geçirir.

Çünkü hayat bir oyundur ve bu oyun türlü entrikalarla doludur. Gönül, hayatın göze hoş gözüken makamına, mansıbına türlü amaçlarla meylettiğinde göz kapanır, gönül tozlanır, zihin bulanır. İnsan, bu meyliyle doğuştan getirdiği safiyetini kaybeder, aslî hüviyetine dünya zehrini bulaştırır. Bu zehir, insanın düşünüşünden yaşayışına kadar etki eder. Ve dahi bu meyilde bulunan sayısız insan düşünülünce, sıkıntı, çekişme, yarış ve yanlış elbette kaçınılmaz olacaktır. Unutmamalı efendim, “Dünya, ardından koşanı yalvartır, sırtını dönene ise yalvarmaya başlar.” buyurulmuştur.

Ey perî rûyını gösterme dil-i şeydâya
Seyreden hüsnünü Mecnûn gibi sahrâya düşer

Ey peri yüzlü güzel, sakın yüzünü inleyen âşıklara gösterme. Senin güzelliğini seyreden kişi tıpkı Mecnûn gibi sahrâya düşer.

Beliğ, hikemî dört beytin ardından oldukça kaliteli iki âşıkane beyit yerleştirmiş gazeline. Galiba, bu vesileyle, üzerinde hassasiyetle düşünmemiz gereken mevzular silsilesi, zihnimizi bir hayli zorlarken, sadece aklımıza değil, ruhumuza da seslenmek istemiştir. Beliğ, bu beytinde sevgilisine o güzel yüzünü sakın gösterme derken, aslında göster demek istiyor. Bu talebi, tıpkı, gül bahçesindeki gülün bülbüle “ötme” diyerek ötmesini istemesi kadar samimi bir sesleniş olarak kabul etsek Beliğ’e pek haksızlık etmemiş oluruz vesselam.

Bahr-i eşk içre gönül zülfüne meyletse ne gâm
Sarılır mâra o bîçâre ki deryaya düşer

Gözyaşı denizi içinde gönül boğulmak üzereyken senin saçlarına sarılsa bunda ne var? O çaresiz kimse ki denize düştüğünde yılana sarılacaktır elbet!..

Bir diğer âşıkane beytiyle ve beyit içindeki kaliteli benzetmesiyle ruhlarımıza sesleniyor Beliğ. Sevgilinin saçları(nın kıvrımları) ile yılan benzetmesi pek yakışık olmuş diyebiliriz efendim!..  Denize düşenin yılana sarılması hadisesi de galiba şiir içerisine ancak bu kadar güzel zikredilebilirdi.

Ey Beliğ etmeyen her emrini Hakk’a tefviz
Hazer etsin ki ânın fırsatı a’dâya düşer.

Ey Beliğ! Her işini Allah’a havale etmeyen kişi, elbette düşmanların eline düşecektir. O kişi, düşmanın tuzağından korksun, kendisini sakınsın.

Tefvîz, “havale etmek” demektir. Allah’a işlerini havale etmeyen kişi, elbette sıkıntılarla karşılaşacaktır. Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri’nin meşhur “Tefviznâme”si bize bu konuda çok parlak öğütler vermektedir. Mesela bir bendinde; “Dilden gamı dûr eyle / Tefviz-i umur eyle / Rabbinle huzur eyle / Mevlâ görelim neyler / Neylerse güzel eyler” buyururken, bir başka bendinde ise “Sen hakka tevekkül kıl / Tefvîz et ve rahat bul / Her işine râzı ol / Mevlâ görelim neyler / Neylerse güzel eyler” buyurmaktadır. İnsan, olaylara bu zaviyeden bakamayıp işini Rabbine havale etmeyerek araya kendisi girerse eğer başını belaya sokmuştur diyebiliriz. Yaptığı yanlışla elbette işi düşmanına düşecektir vesselam.

Sözü, İbrahim Hakkı Hazretleri’nin “Tefvîzname”sinin son bendiyle bitirelim efendim, çünkü bu bend öyle sanıyoruz ki bütün hayatımızın huzuru için bir özet dua mahiyetindedir ve dilimizden asla düşmemelidir:

Vallahi Güzel etmiş
Billahi güzel etmiş
Tallahi güzel etmiş 
Mevlâ görelim netmiş
Netmişse güzel etmiş

Yazdır

Yunus Başar

âşıkta keder n'eyler gam halk-ı cihanındır

Yorumlar (1)

  • MİKAİL GÜNAYsays:

    5 Kasım 2023 at 21:31

    Selamünaleyküm güzel kardeşim, bj yazı ilaç gibi geldi elhamdülillah. Kayserili Belîğ ve Erzurumlu İbrahim Hakkı hazretleri nin ruhları şâd olsun sizinde geçmişlerinize rahmet olsun inşâAllah

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir