Kapatmak için ESC tuşuna basın

İşte Tam da Biz “Mümin Dedemiz”

“Millet, edebiyatı olan topluluktur…”  H. de Balzac

“Her yazar bir milletin çocuğudur ve o milletin hayatını anlatmak, eserlerini, kendi milli gelenek ve törelerini kaynak alarak zenginleştirmek zorundadır.Benim yaptığım önce bu, yani kendi milletimin geleneklerini ve hayatını anlatıyorum…” Cengiz Aytmatov

Bu iki alıntı, iki ayrı medeniyet ve zamandan çıkagelen ancak; aynı gerçekleri birtakım nedenlerle kabul etmiş münevverlerden alındı. Cengiz Aytmatov Kırgız destanlarını yeniden gündeme almıştı.Milli düşüncenin Sovyet yeknesaklığı altında yerle bir edildiği bir zamanda, hem bu destanları vermek hem de yaratılan bir takım karakterler aracılığıyla insan denen varlığın kendi özüyle çatışmasını, psikolojik temelleriyle anlatabilmek büyük bir maharettir. İşte bunun Kırgız edebiyatındaki temsilcisi geçtiğimiz yıllarda vefat eden Aytmatov hocadır. Muhakkak ki, Beyaz Gemi eserinde dedesi Mümin’in kendisine anlattığı Geyik Ana destanını kendi hayat masalıyla perçinleyen çocuk, Issık Gölü saflığının yansımasıdır. Yaşadığı yer ile uyuşamayan kendi milletiyle hesaplaşma içerisinde yaşayıp etrafındakilere eziyet ve kibir kusan Urazkul ise yazarın ve milletlerin en çok ıztırab çektiği insan tipidir. Yaşadığı dönemle hesaplaşma ve özellikle zaman kavramı içerisinde kaybolma fikriyatı bizim edebiyatımızda da mevcuttur. Bu kendi kültürü aşağılanan milletlerde ortaya çıkmıştır.Urazkul bir orman memurudur.Ama hayatından hiç memnun değildir.Beyaz Gemi adlı eserin bir bölümünde bu memnuniyetsiz hali işte şu şekilde ortaya döker.

“… Ah şehirde olsa! Ah bir gerçekleşse arzusu! Şeytan görsün şu dağları, ormanları, şu kahrolası tomrukları, şu kısır karıyı. Allah belasını versin onun, şu kafasız moruğun, piçi ile uğraşıp durur, çok gerekliymiş gibi! Ahh… Bir daha evlenirdim.Niye olmasın? Hani bir şarkıcı ile evlensem, niye olmasın? Bir şehir güzeliyle.Hani mikrofonu elinde şarkı söyleyip hafif hafif kırıtan karılar… koluna girerdim böylesinin.Şık giyinirdim,kravatım boynumda…Sinemaya giderdik…Karı topuklarıyla tık tık vurur, mis gibi parfüm kokar…Bir de bakarsın çocuklar doğar…Şehir çocukları, hemen belli olur…Evde yalnız Rusça konuşulur…Şu aptal, köy şivesini konuşsun ömür boyunca!

Bu ifadeler sanırım, H.de Balzac’ın ne demek istediğini anlatmıştır.Milattan önceye dayanan bir kavmin kendini bu kadar aşağılayabilmesi ne demektir!

Yukarıdaki ifadeler Urazkul’un inanılmaz bir çöküntüde olduğunu gösteriyor.Özendiklerini bulamıyor.Halbuki Urazkul’ un aptal dediği, Mümin küçük mutluluklarla, dedelik bilinciyle ve en önemlisi kendi kültürüne sımsıkı bağlı olmakla çok mutludur.Romanın sonunda Urazkul’un acımasız çıkarcılığı nedeniyle Mümin Dede de istemeden bu yaşam tezatlığına düşecektir. Kutsal sayılan “Marallar” öldürülecek,bir gece vakti ziyafet verilecek, Mümin dede torununa kutsal diyerek anlattığı geyikler yenirken çocuğuna görünecektir. Çocuk burada yaşından beklenmeyen bir olgunlukla o sahneleri büyük bir teessür ile karşılar. İnsanların faydayı kutsalın önüne geçiren bakış açısını yargılar.Yazarın da dediği gibi “Çocuk ruhunun bağdaşamadığı çirkinliği elinin tersiyle iter” kendini nehrin sularına bırakır.Çocuk ve Mümin dede milletinin masalına inanır, milletinin masalına inananlar, hep mutlu olmayı başarabilmişlerdir.Urazkul ise hayatını lanetlerle harcamış kendi şivesine hakaret edecek boyutta değerlerini aşağılar hale gelmiştir.İhtiraslara boğulmuş olan Urazkul karakterinin iyi tahlil edilmesi, Türkiye’de de modernleşmenin insan psikolojisine, sosyolojik yapı ve kurumlara verdiği zararların anlaşılması açısından önem arz etmektedir.

Yazdır

Oğuzhan Sakoğlu

geçme nâmerd köprüsünden ko aparsın su seni

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir