Konuşmada İtidal
Birisi kanser olan üç komşu aynı asansörle yukarı çıkmaktadır. “İyi gördüm seni, maşallah toparlamışsın.” der biri. Garibanın yüzü güler bir nebze. “Ne iyisi yahu, baksana beti benzi atmış, gidici bu gidici…” der diğeri. Garibanın yüzü kireç kesilir bu kez.
Konuşma hassası insana verilen en büyük nimetlerden. Şu var ki hakkı verilmezse nimet; sahibi, muhatapları ve nimetin kendisi için zulme, külfete ve mihnete döner. Asansörde olduğu gibi. Nimetin hakkını vermek onu mutedil kullanmakladır. Bu manada, “gerektiği zamanda, gerektiği şekilde, gerektiği kadar” formülü itidalin ölçüsüdür.Konuşma bağlamında mühim bir eylem olan susmayı zikretmeli. Susma, konuşmanın antitezi değil bütünleyicisidir, ikisinin uygun oranda terkibi ile ideal kıvama ulaşılır. İdeal kıvam, nimetin hakkı. Konuşulacak yerde susmak, susulacak yerde konuşmak nimetin israfı.
Eskiler ideal kıvamdaki sözü ve sahibini “beliğ, fasih, selis” gibi tabirlerle anmışlar. Misalen beliğ; hem etkili, güzel ve yerinde söylenmiş söz için, hem de bu şekilde söz söyleyebilen belâgatli kişiler için kullanılmış.[1]İlhan Ayverdi, Misalli Büyük Türkçe Sözlük, “Beliğ” Bir de kıvamda olmayan sözü ve sahiplerini karşılayan tabirleri var eskilerin; söz için laf, lafügüzaf, güft ü gu, kîl u kâl, sahibi için patavatsız, boşboğaz, geveze, lafazan, çalçene, çenebaz…
Belagat irfanın mahsulüdür, “beliğ” olmak için tahsil şart değildir. Zira kelam kaleme tabi değil. Ümmi bir kadın olan ninem taşı gediğine oturtmakta mahirdir, mahcup duruma sokacak bir söz duyamazsınız ondan. Boşboğazlıksa kendini bilmezliktendir, tahsil bile fayda etmeyebilir, vakidir. Mesele kıvam meselesi, mesele pişme meselesi.
Günlük hayatta sözün ayağa düşüşüne, nimetin israf edilişine çokça şahit oluruz. Ya da fail bizzat bizizdir. Heyhat! Peki ya nedir şahidi ya da faili olduğumuz bu durumun sebebi? Evvelemirde benliktir, enaniyettir. Zira konuşmak, kendini göstermek, “Ben buradayım, söyleyecek sözüm var.” demektir. En nihayet kendini bilmemek, otokontrolden mahrum olmaktır sebep. Her konuda doğruluğu şaşmaz fikirleriyle cümle halkı aydınlatmaya kendini memur sanan, kıymeti kendinden menkul fikirlerini dayatan, keskin zekâsını ispat etmek için olur olmaz espriler patlatan, sürekli laf sokup bozan, şecaat arz ederken sirkatin söyleyen, söz konusu başkası oldu mu mangalda kül bırakmayıp nefsi oldu mu dut yemiş bülbüle dönen ve daha nice benzer figür görmemiz hep bu sebeplerden. Oysaki susmak istisnaî birkaç durum hariç emniyettir, kimseyi incitmez, insanı mesul ve mahcup etmez, vakara ve asalete delalet eder. Müslüman o kimsedir ki “elinden ve dilinden emin” olunur. Efendimiz aleyhisselam bu minvalde “Allah’a ve ahiret gününe inanan ya hayır söylesin ya da sussun.” buyurmuştur.
İstisnaî durumlar kaydı koymuştuk, birkaçını zikredelim: hakikati savunmak, yanlışı düzeltmek, kötülüğü engellemek ve ondan sakındırmak, iyiliğe yöneltmek. Bu gibi durumlarda susan namert, korkak, dilsiz şeytan, vurdumduymaz gibi istenmeyen sıfatlarla anılır. Tabi zahirde kalmayıp batına nüfuz etmeli. Mesela asansördeki patavatsızlığı hakikati savunmakla ya da yanlışı düzeltmekle bağdaştırıp haklı görebilir miyiz? Elhak, kanserli adamın beti benzi atmış olabilir, lakin her doğruyu her yerde söylemek doğru mu? Benzer şekilde, laf anlamaz, kalın kafalı, kara cahilin direttiği zırvalara, “hakikat namına” cansiperane müdafaa yapmaya ne demeli? Sözün tesirini azaltmak da hakikate zulüm değil mi? Kaş yapayım derken çıkarılan göze yazık değil mi?
Uzatıp sıklet vermeyelim. Söz insanı vezir de eder rezil de. Vezarette gözümüz yok lakin rezaletten hafazanallah! O halde itidale dikkat. Biz aklımız erdiğince, dilimiz döndüğünce bahsetmeye çalıştık. Anlayana sivrisinek saz demişler…
Dipnotlar:
⇡1 | İlhan Ayverdi, Misalli Büyük Türkçe Sözlük, “Beliğ” |
---|
Bir yanıt yazın