Kapatmak için ESC tuşuna basın

Meded Ya Râb Meded

İnsanın meşguliyeti hiçbir zaman bugünkü kadar çok olmamıştı. Bu meşguliyet sebebiyle acziyetinin artık farkında değil insan. Bugün, modernite meşguliyetimizi arttırıyor yahut öyle hissettiriyor bize. Hayatımızdaki kırılmaların farkına varmadan koşu olarak kabul ettiğimiz hayatın hızlı temposunda ayaklarımızı yoruyoruz. Iskalayarak yaşıyoruz hayatı. Iskaladığımız her bir detay, can acıtan bir pişmanlığa doğru evriliyor. Böylece çok erken yaşlarda hayatı ıskalamakla meşgulken kemal bulan yaşımızla pişmanlıkları, en kavi şekilde, hakkını vererek yaşıyoruz. İnsan kibri kadar var bu çağda. Ayaklarını döndürdüğü kadar, yorulduğu kadar var. Niçinin artık hiçbir önemi yok! Kul olduğunun, öleceğinin hatta hatta yaşadığının bile pek farkında değil insan ve elbette kaçırdıklarının çoğu bundan.

Hız olanca kuvvetiyle hayatımızı istila ediyor. Öyle ki bu hız baş döndürüyor, durmamıza, düşünmemize, anlamamıza olanak tanımıyor. İlginç olan ise çağa ve bu baş döndürücü hıza pekâlâ uyum sağlamamız. Dün ile bugünümüz arasındaki uçuruma bu hızlı uyum süreci sebep oldu elbette. Gidiyoruz fakat yönümüz yok. Önümüz açık fakat rotamız yok. Halipürmelalimiz tam olarak böyle…

Haste-hâlim dil-perişânım meded yâ Rab meded
Dem-be-dem artmakta efgânım meded yâ Rab meded
[1] Gazel, Süleyman Şâdî’ye aittir.


Ya Rabbim! Hastayım, gönlüm perişan feryâtlarım hiç durmadan artmakta meded eyle!

Meded! Haylice uzağına düştüğümüz kelime. Bu uzaklık dille ve inançla ilintili olduğu kadar toplumsal bir arka planı da düşündürmüyor değil.  Fert olmanın, birey olarak yaşamanın dayatıldığı bir çağda “meded” nidasının kendisine yer bulamaması pek tabii. Pekâlâ böyleyken aczin itirafı ne kadar kabil? Rahatsızlığının manevi boyutunun farkında mı bugünün insanı? Gönül dediğimiz o koca varlığın devaya muhtaç olduğu bilinci kimi huzursuz ediyor? Eğlenmeye ve eğlenceye odaklı hayatın dıştan içe dönmesini şart fakat kimse bunun farkında değil!

Modern insanın içte artan çaresizliğinin vaveylası, dışındaki sahte, parlak ve hayali baskılarla susturulmaya çalışılıyor. Belki de hiçbir zaman susmayacak bu vaveylanın az da olsa sükunu ve belki de bu vesileyle sükutu için bir şeyler yapmak gerekiyor. Korku yahut çaresizlik olarak nitelendirebileceğimiz bu durum belli ki bir kaçışa zorluyor insanı. Zorluyor fakat böyle mi olmalı? İnsanın kendisini tanımasından geçen bir cevap gizli burada. Aramalı ve bulmalı insan. Kim olduğunu aramalı ve kim olması gerektiğini bulmalı…

Keşti-i gönlüm nola sâhil-res-i tâ’at kıl
Gark-ı mevc-i bahr-ı isyânım meded yâ Rab meded


Ya Rabbim! İsyan denizinin dalgalarında batıyorum. Meded eyle! Gönül gemimi taat sahiline ulaştır.

Gönül, Allah evidir. Kıymetini en çok buradan alır. Gönül için kurgulanan her benzetmenin kalitesi hep bu kıymete yaklaştığı orandadır. Elbette, Allah evine her ne layıksa o yakışır. Değersizin, boşluğun, kirin, pasın, hatta saf tozun dahi yeri yoktur orada.

İnsanı ve dahi gönlünü bir gemi farz edelim. Hayatı ise uçsuz bucaksız bir okyanus. Dalgası çok, havası kötü, sayısız engel denizini barındıran ama üzerinde seyahat edilmesi gereken bir okyanus. Geminin kuvveti derecesinde yolculuğu sıkıntıya sokabilecek her türlü tehlikeyle mücadele edilebilir. Eğer yolculuk kaçınılmazsa yapılması gereken geminin kuvvetini arttırmak ve tehlikelere hazırlıklı olmaktır. Böylece kötü hava bertaraf edilebilir, denizler katedilebilir ve selametle seyahat edilebilir. Misaller öğretir. Örnek olur, yol gösterir. Evet, hayat tıpkı böyledir. Hepimiz seyahatteyiz kocaman bir okyanusun üzerinde. Fakat kimimiz selametteyken kimimiz boğulmak üzere…

Ey dirîga dâima ol pençe-i ser-tîz-i nefs
Çâk çâk etti giribânım meded yâ Rab meded


Eyvahlar olsun! Nefsin keskin pençesi daima yakamı parçalıyor. Ya Rabbim meded eyle!

İnsanın kendi yaratılışıyla getirdiği ve daima kendisiyle mücadele halindeki manevi varlığın adı nefis. İstikamet için ona galebe çalmanın şart olduğu açık ama bunun hiç de kolay olmadığı hakikat. Şeytanın insana karşı duruşundan çok daha farklıdır nefsin duruşu. Kabaca bir söylemle diyebiliriz ki insana nefis aşina; şeytan ise bigânedir evvela. Çünkü nefis içtekini içten değiştirmek ister. Şeytan, içtekini dıştan değiştirmek ister. Bu bağlamda tesir ve tehlike bakımından nefis daha etkindir. İnsanın hayatı hakkıyla yaşaması için nefis ve şeytanın daima farkında olması gerekir. Hayatın hakkı, bu iki düşmana karşı galebe çalmakta gizlidir. Mevlana, nefis ve şeytanın insana karşı konumunu iki zıt açıdan değerlendirir. Nefis ve şeytan ona göre insanın terakkisi için hem vesiledir hem de engeldir. İnsan, nefsine ve şeytana baş eğmemesi ve onlarla daimi mücadelesinde galebe çalması neticesinde terakkiye ulaşır. Fakat nefse ve şeytana karşı mücadele edememesi ve onlara boyun eğmesi halinde terakkisi mümkün değildir.

Nefse galebe için yegâne vasıta “aşk”tır demiş büyükler. “Küntü Kenz” sırrıyla var olan kâinat, her canlının Allah’a vasıl olması için nefsiyle ve şeytanla mücadelesinin kocaman bir meydanıdır. İnsan, elest bezmindeki ikrarının bilincinde oldukça andaki gurbetinin farkına varacaktır. Aşk, tam da bu bilinçte gizlidir. Çünkü farkında olundukça, gurbetin gereği yapılacaktır. Bu farkındalık, esasında aşkın başlangıç boyutudur ve sonraki boyutlarında ihtiyaç duyulmayacak bir şeydir. Ancak nefis ve şeytana karşı mücadelenin ilk basamağıdır ve önemlidir. Buraya ulaşamayan insan, nefsin keskin pençesine ve şeytanın vesvesesine yakasını kaptırmış demektir. O pençeden kurtulmanın yegâne vasıtası aşktır, aşk ile niyazdır.

Tünd-bâd-ı her vesâvisten be-der-âhir nefes
Hıfz kıl fânus-ı imânım meded yâ Rab meded


Ya Rabbim! Son nefesimde iman fanusumu şiddetli kasırgalara benzeyen vesveselerden koru.

Akıbet, ömrün semeresidir. Son nefes tabiri aslında her insan için uzun bir bir destanın son cümlesini ifade eder. Önemlidir çünkü dünyaya bıraktığımız son izdir. İhtiyarımızla yapabileceğimiz son şeydir. Onunla başlar muhasebe. O izle vermeye başlarız uzun destanın hesabını. Elbette uzun bir destanda yaşananların seyri encama işaretler sunacaktır. Bu destan, sürpriz sonla biten ve kurgulanmış hikayelelere pek benzemez. Fakat benzemesi imkânsız anlamına gelmemeli. Elbette vesveseler ömür boyunca insanın sahip olduklarına göz diktiği gibi son nefesinde en kıymet verdiği şeylere de göz dikebilir.

Vesveseleri rüzgâr gibi düşünecek olursak ahir ömürdeki vesveseler, bu rüzgârın sert rüzgâra, kasırgaya evrilmiş hâlidir. Hal böyleyken âhir ömürdeki vesvesenin insana tesiri de haylice şiddetli olabilir. Anadolu’daki nur yüzlü ninelerimizin, ak sakallı dedelerimizin her duasını “son nefes” terkibiyle süslemeleri elbette anlamsız ve boşuna değildir.

Şâdiyâ kand-i hayâl-i vuslat-ı cânân ile
Der kafeste tûtî-i cânım meded yâ Rab meded


Ey Şâdî! Can kuşum kafesinde daima sevgiliye kavuşma hayaliyle yâ Rab meded diyor.

Hayal ettiği müddetçe yaşar insan elbette. Fakat yaşantıdaki lezzetin ölçüsünü belirleyen hayalin niteliği ve anlamıdır. Yani, aslolan yaşamak değildir. Maddi kirlerden uzak ve ali bir şekilde yaşamaktır. Lezzetini tadarak, hakkını vererek, maksada ererek, yaşamaktır. Bilinmeli ki yaşamanın lezzetini, hakkını ve maksadını hem madde hem mana cihetiyle okumak mümkün. Hangi cihete meyyalse insan o cihetten nasibi vardır. Sevgili seninleyken dünya rakibin olsa ne gam diyen şairin durduğu yer tam olarak hayatı lezzetini tadarak, hakkını vererek ve maksadına ererek yaşamanın zirvesidir. Tabii aşığın bu zirveye ulaşabilmesi için tıpkı kafes içindeki kuşun zirve iştiyakını daima zinde tutması gibi gayret etmesi gerekir. O hayal ile basamak basamak yol katetmesi gerekir.

İnsan, sevdiğinden kıymet alır. Sevdiği varlık ya da şey her neyse o kadar kıymetlidir insan. Bu ölçü insanın yaşayışında madde yahut mana cihetinden hangisini tercih ettiğinin ve hangisiyle yol yürüdüğünün, kısacası nasibinin, ipuçlarını verir. Encamına dair işaretleri insan bu ipuçları vesilesiyle görebilir.

Yazdır

Dipnotlar:

Dipnotlar:
1 Gazel, Süleyman Şâdî’ye aittir.

Yunus Başar

âşıkta keder n'eyler gam halk-ı cihanındır

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir