Roman yazarın ilk romanı; 1995 yılında yayımlanmış, romanda birçok kahraman olmakla beraber, başkişi denebilecek bir kişi yoktur.
“Fantezi romanları, dış dünyanın katılığına, sertliğine ve zorluğuna karşı hayal ve düş dünyasının sonsuz imkanlarını öne çıkararak alternatif mutluluklar üreten, fantastik gerçek metinlerdir.” [1]Nurullah Çetin, Roman Çözümleme Yöntemi, 2009 Eser bu tanıma uymakta, şöyle ki; romanımızda Uzun İhsan Efendi rüya aleminde kurduğu dünyayı kahramanlara yaşatır. Uzun İhsan Efendi ve Arap İhsan Efendi karakterleri birbirinin tersidirler. Arap İhsan Efendi romanın başında gücü ve cesaretiyle tanıtılırken, Uzun İhsan Efendi tam tersi bir yapıya sahiptir. Rüyaya yatarak atlasını tamamlamaya çalışan bir adamdır. Arap İhsan Efendi bir nevi gerçek zamanın temsiliyken, eserde adının sonradan anılmaması, olayların gerçek dünyadan başka bir dünyaya Puslu Kıtalar Atlasının belirlediği yöne kaymasından olsa gerek, yani Arap İhsan Efendi yukarıdaki fantastik roman tanımının kahramanı olamaz. Uzun İhsan Efendi’nin romandaki tasvirde yazara oldukça benzemesi gözden kaçırılmamalı. Yazar eserin sonuna doğru bir cümle de soru yoluyla bunu ima eder. “Ben de düşünüyorum, dolayısıyla varım, ama kimim? Galata’da, Yelkenci Hanı bitişiğinde ikamet eden Uzun İhsan Efendi mi, yoksa bugünden tam üç yüz yıl sonra, sözgelimi İzmir’de oturan mahzun ve şaşkın adam mı?”[2]İhsan Oktay Anar, Puslu Kıtalar Atlası, 2012 Eserde, Arap İhsan Efendinin sonradan unutulması bir yana dursun. Romanın başında Uzun İhsan Efendi rüyasında, Arap İhsan Efendi’yi muhteşem bir korsan olarak görür. “Yatağanı dişlerinin arasında olduğu halde bu korsan, bir gemiye rampa ediyor, topları ateşliyor, fırtınalarda dümene asılıyor ve durup dinlenmeden yıldızları sayıyordu… arkasından oklar ve kurşunlar atıldığı halde kaçarken kahkahalar atabiliyordu”[3]İhsan Oktay Anar, Puslu Kıtalar Atlası, 2012 Bu karakterizasyon, roman kahramanının bir başka kahramanı tanıtmasına örnek teşkil etmekle beraber, Uzun İhsan Efendi’nin biraz da ona özendiğinin göstergesi.
Uzun İhsan Efendi bir gün bir kitap okur.Bu kitabın temel felsefesini “Düşünüyorum, öyleyse varım” cümlesi oluşturur. Kitap, Rendekar adlı bir alime aittir ki, çevirisini de Kubelik adlı kahramanımıza yaptırırlar. Rene, Descartes’in adıdır. Rendekar bu iki ismin birleştirilmesiyle oluşturulmuş, Uzun İhsan Efendi, kitabı okuduktan sonra şu kanıya varır.”Hayır düşünüyorsam onlar var, yani onlar benim düşüncem olmasa var olamazlardı.” İşte Puslu Kıtalar Atlası da bu zemine oturtulur. Romanda bir sürü kahraman var. Bunlar daha çok önce ismi anılıp, büyük kurguya dahil edildikten sonra, ikinci bölümde onun da kısa öyküsü verilerek romana sokulmakta. Bundan dolayı roman, insana birçok hikayenin bir araya getirilmesiyle oluşturulmuş bir metin havası verse de, bu hikayeler birbirine iyi bir kurguyla bağlanmış, tam unuttuğunuz bir anda elli sayfa önceki kahraman “bu o muydu?” dedirterek size hatırlatılıyor.
Alibaz’ın Efresiyab’a özenip arkadaşlarıyla kurduğu çocuk çetesi, bu çetenin Eminönünde oyuncakçıları yağmalaması, Kubelik’in kafasına isabet eden bir kerpeten nedeniyle dişçi olmaya karar vermesi, kendisini sakat bırakan adamın dişini parmağındaki yüzüğe raks ettirmesi, denizde bulduğu cesetlerde yaptığı incelemeler sonrasında kaslara ve kemiklere verdiği isimler bütün bunlar sizin yüzünüzü gülümsetse de eğer bu yazıdan sonra romanı okumak isteyenler olacaksa sayfa 51-53’de Vardapet’in hikayesiyle kahkahalara boğulacaklar.
Taşmektep adının meydana gelen yangınlardan okullar korunsun diyerek okulların taştan yapılmasıyla ortaya çıkması gibi, eserde tarihi isimlere ve olaylara örnekler veriliyor. Romanda zaman genelde kronolojik bir yapıya sahipse de bundan sapmalar mevcut, ancak; her bölümün başında yazarın zamanı hatırlatması nedeniyle bu sapmaların okuyucunun zaman algısında soruna sebep olacağını sanmıyorum. Bilakis, zamandaki yoğun hareketin özellikle modernizmin zaman anlayışına kıstırılmış şehir okuyucusunun hoşuna gideceğine eminim.
İyi okumalar.
Bir yanıt yazın