Kapatmak için ESC tuşuna basın

Yazının Derdi

Yazının Derdi

Niçin yazarız? Ben çoğu zaman kendim için yazarım; nadiren bir başkası için, acizane bir konuda fikir beyan etmek, bir yanlışı düzeltmek yahut yol göstermek için.

Niçin yazılır? Yazmanın çok çeşitli nedenleri ve amaçları vardır. Zihnimizdeki tasarımları-hayalleri, ruhumuzdaki hisleri, bir keşfi, bir fikri, bir bilgiyi kayıt altına almak ve yaymak için yazarız, rahatlamak için yazarız, rahat değilizdir yazarız, sevinir/kızar yazarız, yapacak başka bir şey bulamaz yazarız, yazarlık forsunu takmak için yazarız.. ilh. Yazan çeşit çeşittir, kimi dehadır, kimi işçi, kimi kendinden yazar, kimi harmanlar, kimi de çalar! Elhasıl “yazarız”!

Yazmanın temelinde beğenilme, kabul görme gibi beklentiler yatar. Bir öykü yazsak beğenilmesini/beğenilmeyi arzularız, bir fikri, bir tezi savunsak kabul görmesini/kabul görmeyi. Yazar her ne kadar “yüce gönüllü” olup “gerçek bir şuurla” kendini bu “egoist arzu”dan soyutlamış olursa olsun eseri yazılıp sokağa atılmış yahut altına “laedri” yazılmış değildir. Eser bir beklentiye matuftur, yazarın nefsiyle eser arasında bir bağ her zaman mevcuttur.

İnsan, kendisi için yazdığı, başkası tarafından okunmayacak yazılarda dahi garip şekilde takdir edilme arzusu duyar. Nedir bu arzu, neden duyarız? Sanatçının eserine bakıp bakıp gururlanması gibi midir, insanın dönüp dönüp kendine yazdıklarını okuması, içten içe gururlanması? Neden ajandamizdaki hatırlatma notunu değil de defterimizdeki sarsıcı bir öztekdiri dönüp tekrar okuruz?Hiç kimseye okutmayacağımız satırları dönüp dönüp kendimize okutturan, almak istediğimiz feyz dışında nedir. Yahut, neden bir tartışmada kuşandığımız, muhabımıza şiddetle savurduğumuz cümleleri, misalen bir sms, mail yahut mektubu tekrar okuma isteği duyarız? Hatta onları “bak ben de cevaben şöyle yazdım!” diyerek hempalarımıza okumaya sevk eden şey nedir?

Hatırlatma notunu tekrar okumayız çünkü o hatırlatma notundan fazlası değildir. Dönüp tekrar okuduğumuz metin ise, hangi amaçla yazılmış olursa olsun, “bunu ben yaptım” deme gururunu yaşatır bize. Yani onda esas amacından fazla olarak, zekâ parıldaması gibi, incelik gibi, şiddet gibi, nükte, ironi, cerbeze gibi hasletler vardır. O metinle biz bu kabiliyetlerimizi görmek/göstermek isteriz. Bu, her zaman tekebbür yahut kendini beğenme olarak algılanmamalıdır. Bu sanatın ruhunda vardır, sanatçıyı motive eder, eser sanatkârının gururlanmasını gerektirecek hasletler taşır. Yaratıcı dahi eserlerini zikrederek kendisini bilmezlikten gelmememizi buyurmaz mı? Fakat sanatçının eseriyle övünmesinden dil ile yapılan kuru tefahürü, “BEN BEN BEN!” demeyi kastetmiyoruz. Sanatçının iftiharı eserini arz etmektir.

Yazıya dönelim. Gerek iç gerek dış saiklerle zaman zaman yazma ihtiyacı hissederiz. Dış saik, örneğin, uzun zamandır bir yazıyla arzı endam edememiş olmak olabilir. Böylesi bir durumda dört gözle yazımızı bekleyen dünyayı mahrum bırakmamak adına kitap-makale didikler, o ne demiş bu ne demiş ölçer, tartar, hâsılı çalışa didine bir yazı kotarıveririz. Bu uğurdaki türlü kalpazanlıktan, göz bağcılıktan söz bile etmiyorum. Bu gibi yazılar genellikle sahibinden çok bir iz taşımaz, o kadar çalışıp didinmesine rağmen, annesince reddedilen hilkat garibesi gibi sahibince dahi yabancıdır, onda benimsenmeye, sevilmeye, gerçek gururu duyurmaya engel olan bir şeyler vardır. Böylesi yazılar esasen çok bir şey söylemez, kalıcı olmaz.

Dış saiklerle yazılan yazılar külliyen kıymetsiz ve faydasızdır demek istemiyorum. Demek istediğim şu; tıklanma, beğeni ve takipçi sayısının, görünmenin, görüntünün, statünün, jelatinin, etiketin bu kadar önemli olduğu, adeta insanların hayatlarını dizayn eder hale geldiği bu devirde, çevremizde olmadığı halde “-mış gibi yapan” bir sürü insana, şeyin halisi yerine kalpına çokça rast geliriz. İnsanı yapacağı işlere motive etmede iç saikler gibi dış saiklerin de faydası olabilir elbet. Lakin iç saikler dış saiklere takaddüm etmedikçe, tabiri caizse iç saikler gerektiğinde dışlaşmadıkça gerçek bir eser ortaya çıkmaz. Aksine kişi dış saikleri içselleştiriyorsa bu durumda ortaya kalpazanlık çıkar, şaklabanlık çıkar, “-mış gibi yapma” durumu çıkar.[1]Kişi gönülden arzuladığı amaç için gerekli olduğundan bir işe, makama, statüye talip oluyorsa bu “iç”in dışlaşmasıdır; aksine kişi bir işe, makama, statüye kavuşmayı amaç edinip bunun gereklerini yerine getiriyorsa bu dışın “içsel”leşmesidir. Devrimizde dışı içselleştirenler çokça olduğundan “artık prof oldum daha da benden bir şey beklemeyin” diyen bir akdemiysen(hoca demiyorum!) gördüğümüzde şaşırmayız. Söz gelir niyete dayanır.

Diyeceğim o ki “niçin yazarım?” sorusuna vereceğiniz hakiki bir cevabınız yoksa yazmanıza da gerek yoktur. Şu zamanda şaklabandan, kalpazandan, sahtekârdan bol ne var? Eğer ki yazmanın bir ihtiyaç, bir gereklilik yahut mecburiyet olduğunu hissediyorsanız, o vakit gerek niyetinizin, gerekse yazının halisliğine halel getirmemek için şu mayası bozuk ortamın hayhuyundan uzakta, sahtelik ve adilikten arî kozanızda, sükûnet ve teenniyle gergefinizi işlemelisiniz. Bırakın isteyen kısır çekişmelerde tükensin, boş heva ve hevesler peşinde savrulsun, bir takım sahte menfaatlerle aldansın. Emin olun sizin yazacağınız bir satır onların kütüphaneler dolusu sözünden daha ağır ve daha kalıcıdır.

Yazdır

Dipnotlar:

Dipnotlar:
1 Kişi gönülden arzuladığı amaç için gerekli olduğundan bir işe, makama, statüye talip oluyorsa bu “iç”in dışlaşmasıdır; aksine kişi bir işe, makama, statüye kavuşmayı amaç edinip bunun gereklerini yerine getiriyorsa bu dışın “içsel”leşmesidir. Devrimizde dışı içselleştirenler çokça olduğundan “artık prof oldum daha da benden bir şey beklemeyin” diyen bir akdemiysen(hoca demiyorum!) gördüğümüzde şaşırmayız.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir